Müzikler

28 Kasım 2010 Pazar

AKP ve onun gerici yüzünün temsilcisi Hasan Albayrak'ı uyarıyoruz! - Üniversiteli Kadın Kolektifi

AKP ve onun gerici yüzünün temsilcisi Hasan Albayrak'ı uyarıyoruz! - Üniversiteli Kadın Kolektifi


Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü Hasan Albayrak devlet yurtlarına saat 21.00 olan giriş saati uygulamasını savunarak, bu konudaki eleştirileri “O yaşta kız çocuğunun başıboş sokakta dolaşmasını doğru bulmuyorum. Çarşı pazar da açık değil, bara da gitmesin. Hem kız çocuğunun barda ne işi var. Tiyatroya sinemaya gitmelerine veya bir kursa katılmalarına engel yok. Gittiklerinde bunu gösteren belgeleri ibraz ettikleri taktirde hiçbir sorun yaşanmıyor.” diyerek yanıtladı.

Mevzu türban olduğunda kadınların inancı sebebiyle eğitim hakkından yararlanamadıklarını söyleyen “kadının özgürlüğü” konusunda mangalda kül bırakmayan gerici zihniyet, kadınının sokakta dolaşma saatini sınırlandırırken özgürlük kelimesini aklına getirmiyor.

Albayrak, cinsiyetçi açıklamalarına kadın öğrencilere “kız çocuğu” diyerek devam ediyor. Kadınların gece dışarı çıkmasını “tehlikeli” bulan Albayrak erkek öğrencilerin bara gitmesinde bir sakınca görmüyor. Albayrak’ın açıklamasında özellikle belirttiği kadın öğrenciler; yurda geç geldiğinde nerede eğlendiğini belgelemek zorunda olduğunu belirtiyor.

Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin konuya dair açıklaması:

Üzerinden bir sene geçmesine rağmen Tayyip Erdoğan’ın Münevver Karabulut’un katledilmesi üzerine yaptığı açıklamayı unutmadık. Tayyip Erdoğan, “Kızınıza sahip çıkmazsanız ya davulcuya, ya zurnacıya” demişti.

Yeni (ancak maalesef ilk defa duymadığımız) bir açıklama da Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürü Hasan Albayrak’tan geldi. AKP’li Albayrak’ın geçtiğimiz gün yaptığı açıklamayla erkek egemen sistemin gerici, baskıcı, cinsiyetçi zihniyetiyle bir kez daha karşılaştık.

Hasan Albayrak, devlet yurtlarında saat 21.00 olan giriş saati uygulamasını savundu: “O yaşta kız çocuğunun başıboş sokakta dolaşmasını doğru bulmuyorum. Çarşı pazar da açık değil, bara da gitmesin. Hem kız çocuğunun barda ne işi var

Birincisi şunu bir kez daha söyleyelim. Cinsiyetimizi ikiye üçe bölenlere lafımızdır: Biz üniversiteli kadınlar ne “kız çocuğu”yuz ne de “bayan”ız, biz üniversiteli KADINIZ.

Eğer kadın gece dışarı çıkıyorsa ve başına bir şey gelirse sorumlu o kadındır. Öyle ya kadının gece dışarıda ne işi var. Bir de “başıboş”…”

Üniversiteli kadınların “başıboş” sokakta dolaşmasını doğru bulmadığını söyleyen Albayrak’ın “başıboş” kelimesiyle neyi kastettiğini gayet iyi biliyoruz. Albayrak’ın kastettiği şey tam da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “kadınlara sahip çıkın, kendi hallerine bırakmayın” uyarısı ile bağdaşıyor. Bu zihniyete göre kadınların başında bir bekçi (babası, abisi, kocası) olmalı, onları korumalı ve kollamalı; yoksa kadınlar her türlü tehlikeye açık hatta tek olduklarında tehlikeyi kendileri “davet” etmiş oluyor. Böylelikle başına gelen her şeyi hak etmiş oluyor.

Benzer bir olayı da geçtiğimiz aylarda Hacettepe Üniversitesi’nin Sağlık Merkezi’nde dağıtılan bildirilerde gördük:

1. Grup halinde gezmelisin
2. Karanlık caddelerde yürümemelisin
3. Eğlence yerlerine erkek arkadaşlarınla gitmelisin
4. Evde kapıyı kilitlemelisin

Hacettepe Üniversitesi’nde dağıtılan bu yazı da gösteriyor ki bilimin üretildiği, bilim insanlarının olduğu yer olan üniversitelerde bile kadınlara karşı ayrımcı ve baskıcı uygulamalar devam ediyor.

Oysaki daha 6 gün önce İzmir’de bir üniversiteli kadın köprü altında tecavüze uğradı. O gece dışarıda otobüs gelmediği için erkek arkadaşıyla birlikte otostop çeken kadının suçu muydu tecavüze uğramak? Yoksa erkek egemen sistemin savunularını yeniden üreten Hasan Albayrak gibiler mi?

Peki bir soru soralım! Kadınların tek (erkeksiz) başına sokaklarda dolaşmasını “güvensiz” bulan Albayrak üniversiteli kadınların gece veya gündüz okullarda, yurtlarda, yurt yollarında tacize, tecavüze uğramasının sorumlusu olarak kimleri görüyor?

Tabi ki cinsiyetçi, gerici AKP’li Albayrak’ın bu açıklamalarından sonra kendisinden mantıklı bir cevap beklemiyoruz.

Evet bizler kampus içinde veya yurtlarda taciz tecavüz olaylarıyla karşı karşıyayız. Ama bunun nedeni üniversiteli kadınların gece ve tek başına dışarı çıkması değil tabi ki.

Biz ulaşım pahalılığı yüzünden yürümek zorunda kaldığımız; yeterli ışıklandırmanın olmadığı yollarda tecavüze uğruyoruz.

Ulaşım sefer saatlerinin seyrekliği ile kalabalık otobüslerde taciz ediliyoruz.

Bununla beraber;

Üniversitede yaşadığımız taciz, tecavüz olaylarını bildirebileceğimiz bir merkez bulamıyoruz.

Üniversite yönetmeliklerinde tacize karşı hiçbir yaptırım uygulayacak madde yok.

Yönetime şikâyette bulunduğumuzda ise bu durum geçiştirilmeye çalışılıyor.

Yurtlarda kadına yönelik baskı ve ayrımcılık

Ayrıca yurtlara giriş saati uygulaması eşitlikçi uygulanmıyor. Devlet yurtlarında kalan bizler geç kaldığımız durumda uyarı cezası alıyoruz, ailelerimize şikâyet ediliyoruz. Ancak aynı uygulamalar genellikle erkek öğrenciler için bir sorun teşkil etmiyor.

Bunların yanında yurt giriş saatinin 21.00 olmasını ile ilgili bir konuşmada Albayrak Erken saatte yurda girince ders çalışmaya başlıyorlar. Biz de bu giriş saati uygulaması ile onları ders çalışmaya yönlendirmiş oluyoruz. Yurtlarda kalan öğrencilerimizin yüzde 96-97’si dersleriyle ilgileniyor.”diyerek kadınların yurda erken gelme zorunluluğunu derslerindeki başarıya bağlamış. Ancak bu giriş saatleri uygulanmasının asıl nedeninin bizi kontrol altına almak amaçlı bir denetim mekanizması olduğunun farkındayız.

Hasan Albayrak cinsiyetçi söylemlerine son vermiyor ve ekliyor:

O saatte neresi açık. Çarşı, pazar kapalı. Bara da gitmesin. İçki sigara zararlı zaten. Tiyatroya sinemaya gitmelerine veya bir kursa katılmalarına engel yok. Gittiklerinde bunu gösteren belgeleri ibraz ettikleri taktirde hiçbir sorun yaşanmıyor. diyor. Gerici Albayrak’a göre kadınlar gece dışarı çıkamayacağı gibi eğlenemez de. İçki de içemez, sigara da. Eğer bu “kendine yakışmayan” davranışlarda bulunursa o kadın uyarılır, ailesi de aranır.

Erkek öğrencilerin bara gitmesinde ise bir sakınca görülmediği açık. Erkeklerin bara gitmeye, gece dışarıda olmasına bir itiraz yok. Ancak konu kadına gelince kadın nerede eğlendiğini belgelemek zorunda bırakılıyor.

Kız çocuğu” değil ne yaptığını, kim olduğunu bilen üniversiteli kadınlar olarak bize acil eşitlik gerek!

Buradan kadın düşmanı AKP’yi ve onun Hasan Albayrak gibi yandaşçılarını uyarıyoruz. Baskıcı, cinsiyetçi, gerici söylemlerinize ve uygulamalarınıza bir son verin.

Gericiliğe, paralı eğitime, baskıya, tacize, tecavüze, cinsiyetçiliğe, ırkçılığa ve her türlü ayrımcılığa karşı aldık ellerimize şemsiyelerimizi ne başımıza bekçi istiyoruz ne de sizin üniversitelerde yaymaya çalıştığınız gericiliği.

Amfide, okulda, yurtta sesimizi her yerde duyacaksınız. Eşit ve özgür bir dünya kurana dek, yok sayılan kadınlığımızı inadına inadına "kadınız" diyerek haykırarak geliyoruz:

BİZE ACİL EŞİTLİK GEREK!

Devamını Oku

31 Ağustos 2010 Salı

Ankara'da Kadınlar "Hayır" Çağrısı Yaptılar


Bugün 18.00’da Sakarya Caddesi’nde buluşan kadınlar 12 Eylül’de ‘Hayır’ diyeceklerine dair bir basın açıklaması yaptıktan sonra, Kızılay’da bildiri dağıtarak 4 Eylül’de yapılacak mitinge çağrı yaptılar.

EMEP’li, ÖDP’li, TKP’li, Halkevci, TMMOB'li, DİSK’li, KESK’li ve Öğrenci Kolektifleri’nden kadınlar “12 Eylül anayasasına da, AKP anayasasına da hayır” dediler. “Kadınlar eşitlik ve özgürlük istiyor! AKP’nin ‘eşitlikçi anayasa yalanına’ hayır” yazılı pankart taşıyan kadınlar Sakarya Caddesi’nde yaptıkları basın açıklamasında “AKP’nin, sermayeye sınırsız talan alanı açmak ve kendi iktidarını güçlendirmek için hazırladığı paketin içinde bulunan ve kadın-erkek eşitliğini sağlamak için önemli adımlar atacağını iddia ettiği 10.maddenin yalan olduğunu, çünkü bunları söyleyenin kadına bakışı gerici-muhafazakar kalıpların dışına çıkamayan, kadınları üç çocuk doğurmakla görevli sanan, kadın düşmanı bir zihniyetin baş temsilcisi olan Tayyip Erdoğan olduğunu” vurguladılar.

“Cinsiyetçi AKP’ye HAYIR!”, “Üniversiteli kadınlardan HAYIR!”, “YÖK varsa, biz YOKUZ!” yazılı dövizler taşıyan Öğrenci Kolektifleri’nden Kadınlar da ‘gerçekten eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa istediklerini’ bütün kadınlarla birlikte bir kez daha haykırdılar.
Basın açıklamasının ardından Gülay Akgün’e ait “artık yeter” parçasını söyleyen kadınlar kurdukları temsili sandıkta Hayır oyu kullandılar. 4 Eylül’de gerçekleştirilecek olan mitinge katılacaklarını belirten kadınlar, daha sonra Kızılay’da bu konu ile ilgili kitlesel şekilde bildiri dağıtarak referandumda “Hayır” demeye ve 4 Eylül’deki mitinge çağrı yaptılar.
Devamını Oku

27 Ağustos 2010 Cuma

Üniversiteli Kadınlar AKP’nin Eşitlik Yalanına “HAYIR” Diyor!


AKP'nin anayasa paketindeki maddeler arasında en çok savunduğu maddelerden biri "kadınlara özel ayrımcılık" maddesi oldu.

Aliye Kavaf'ın "devrim" olarak nitelendirdiği bu madde gerçekte kadınlar için ne anlama geliyor?

Anayasada yer alan "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” cümlesine ek olarak şimdi “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” cümlesi ve devamı fıkra olarak da “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” cümlesi eklendi. Erdoğan'ın 18 Temmuz'da kadın temsilcileriyle yaptığı görüşmedeki "Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadınlar ve erkekler farklıdır, birbirinin mütemmimidir (tamamlayıcısıdır).” açıklamaları maddede geçen eşitlik lafının içeriğinin boşluğunu da gözler önüne seriyor. Devletin kadın erkek arasındaki "fiili eşitliği" sağlamaya yönelik önlemler alması, düzenlemeler yapması ve bunları ayrıntılı şekilde planlaması gerekirken 10. maddeye yapılan ekte kadınlar için böyle bir düzenleme görülmüyor. Anayasaya konan "eşitlik" lafının hukuki metinde yer alması bu hakkın etkin şekilde kullanılacağı anlamına gelmiyor. AKP'nin 8 yıllık iktidarı boyunca yaptığı uygulamalara bakarsak kadın-erkek arasındaki eşitliği sağlamasını zaten beklemiyorduk.

Kadın-Erkek arasındaki eşitsizlik azalıyor mu?


Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) toplantılarına katılan Aliye Kavaf anayasa değişikliği paketinin kadın erkek eşitliği açısından önemli değişiklikler içerdiğini, kız çocukları açısından sorunların halen varlığını sürdürmesine rağmen eğitim alanında Türkiye'nin son yıllarda kaydettiği gelişmenin oldukça çarpıcı olduğunu söyledi.

Ancak CEDAW'ın yayınladığı rapora göre 5 yıl önceki değerlendirmeden bu yana değişen pek bir şey yok, hala her alanda kadına karşı ayrımcılık sürüyor.

Verilere bakacak olursak;

-Kadınların yüzde 19.6'sının okuma-yazması yok.
-Kadınların yüzde 75.4'ü işgücüne katılmıyor, kentlerde yaşayan kadınların istihdam oranı yüzde 17.6. Parça başı, güvencesiz çalışan kadın sayısı ciddi bir orana sahipken kayıt dışı olduğu için bu sayı bilinmiyor.
-Kadın belediye başkanlarının oranı yüzde 1 bile değil.
-155 vali arasında kadın yok.
-Siyasi Partiler ve Seçim Yasası değişmedi(kadın kotası uygulaması)

AKP bu karneyle bu anayasa sınavından geçemez

Kadın sığınma evlerinin yetersizliğiyle ilgili bir soruya Erdoğan "Bizim kadınımız sığınmaz" demişti. Aynı zihniyetteki İstanbul Beyoğlu Kaymakamlığı'na bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı 31 Aralık 2008'de Mor Çatı ile ilişkilerini sonlandırdı.

1 Ekim 2008 günü yürürlüğe giren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (SSGSS) ile kadın, edinilmiş haklarının çoğundan mahrum edildi. Emeklilik yaşının artması, emzirme yardımının SGK Yönetim Kurulu'nun inisiyatifine bırakılması, ev içinde yaşayan 25 yaşından büyük kadınların sağlık sigortasından yararlanma hakkının kaldırılması gibi...

Adalet Bakanlığında yapılan bir toplantıda "Cinsel ilişki yaşının düştüğü ve toplumsal gerçeklerin göz önünde bulundurulması gerektiği" gerekçesiyle evlenme yaşının 14'e indirilmesi önerisini tartışan ve Hüseyin Üzmez gibi tecavüzcüler için yeni değişiklikler yaparak aflar çıkarmak isteyen AKP'nin kadınlara ilişkin düzenlemedeki samimiyeti gözler önünde.

Kadın düşmanlığına da “EVET” dediler!


Belediye başkanlarından bakanlarına kadar birçok AKP’li ismin imam nikahlı oldukları biliniyor.

Erdoğan'a ne konuda danışmanlık yaptığı merak konusu olan Ali Yüksel'in ise 3 eşi var.
İşte Ali Yüksel'in bu konu üzerine yaptığı bir röportajdaki açıklamaları:

- Benim niyetim dörde kadar gitmek ama kısmetim nedir, onu bilemem Allah bilir
-Evlendiğim eşlerimden izin almadım. İzin vermezler ki... Sünnet bir ibadeti yapacağımda izin almak mecburiyetinde değilim.

Aynı zihniyetteki AKP'li Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı Kürt sorunun çözümü için erkeklerin ikinci kez evlenmeleri gerektiği yönündeki kadını aşağılayan, ırkçı ve cinsiyetçi söylemleri:

- Zaman zaman ikinci eşler de olmuştur. Bu bizim kültürümüzde vardır. Kanunlarımız buna müsait değildir ama maalesef Türkiye’de oluyor. Bu gerçeği kabullenelim.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun Cumhuriyet’in ilk yıllarında kız ve erkek öğrencilerin ayrı okullarda okutulması konusunda yaptığı açıklama:
-Bu meseleyi çağdaşlık, çağ dışılık, harem- selamlık olarak değerlendirmek her şeyden önce eğitim planlaması açısından bilimsel değil. Ben buna prensipte “evet” dediğimi açıkça ifade etmek istiyorum.
Referandumda “evet” diyeceğini açıklayan Ali Ağaoğlu aynı konuşma sırasında şu cümleleri söyleyebiliyor:

-İşadamlarının şirketleri karısı gibi değil, metresi gibi olmalı. Şirketimi yüksek fiyat ödeyene satarım.

Bu bir kaç açıklamadan da anlaşılacağı üzere, AKP’liler ve yandaşları anayasaya değişikliğine de, kadın düşmanlığına da “evet” diyor.



ÜNİVERSİTELİ KADINLAR NE DİYECEK?

AKP YÖK’ü neden kaldırmıyor? Bu soruyu sormamızın nedeni, Erdoğan'ın YÖK'ü ele geçirmeden önce YÖK'ün anti-demokratikliğinden dem vurmasıydı. Şimdi de demokrasi havariliğine soyunurken 12 Eylül'ün ürünü olan YÖK'ü kaldırmak için düzenlemeler yapmak yerine, onu koruyor.

Harç paraları, giderek sermayeye açılan üniversitenin her alanının paralılaştırılması gibi birçok dönüşümün hızla uygulanmaya çalışıldığı üniversitelerde kadınlar daha fazla eziliyor. Kadınların yaşadığı sorunların görmezden gelindiği, adeta doğallaştığı üniversitelerin yönetmelikleri de kadını yok sayıyor. Anayasa tartışmalarıyla kadına “ayrıcalık” tanıdığını iddia eden AKP, aksine ilkokuldan üniversiteye kadınların eğitim alanında yaşadığı ayrımcılığı derinleştiriyor. YÖK'ün gerici, baskıcı, cinsiyetçi uygulamaları üniversiteli kadınları üniversiter yaşamın dışına itiyor. Bu nedenle, üniversitelerde kadın merkezleri açılmasının, yurtlardaki ayrımcılığın önlenmesinin önünü açmayan/sağlamayan, kadınlara gerçek eşitlik getirmeyen tüm düzenlemelere, AKP anayasasına, üniversiteli kadınların cevabı “HAYIR” olacaktır.
Devamını Oku

23 Ağustos 2010 Pazartesi

İstanbul'da Kadınlar AKP'nin Anayasasına HAYIR Dedi



21 Ağustos günü saat 13.00’da Taksim-Tramvay Durağı’nda toplanan kadınlar AKP’nin anayasasına hayır demek için Galatasaray Meydanına yürüdü.

Halkevci Kadınlar, TKP’li Emekçi Kadınlar, ÖDP’li Kadınlar, EMEP’li Kadınlar’ın çağrısıyla yapılan “12 Eylül Anayasasına da AKP Anayasasına da HAYIR” eylemine Öğrenci Kolektifi’nden Kadınlar da “Üniversiteli Kadınlar Hayır Diyor” diyerek katıldı.

Eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasa talebinin yükseltildiği eylem de AKP’nin “pozitif ayrımcılık” yalanı vurgulandı. Kadınlar adına basın açıklamasını yapan tekel işçisi Türkiye Azkar, “Anayasa paketini en çok da kadınlara pozitif ayrımcılık getiriyor teziyle savunmaya çalışıyorlar. Bu tez tümden çürüktür. Çünkü sözü söyleyen, kadına bakışı gerici muhafazakar kalıpların dışına çıkmayan, kadınları üç çocuk doğurmakla görevli sanan bir zihniyetin baş temsilcisi Tayyip Erdoğan’ındır” diyerek AKP’nin yalanlarına kadınların inanmadığını vurguladı.

Azkar, Tayyip Erdoğan’ın “Kadınlarla erkekler eşit değildir” sözlerini hatırlatarak “Son 7 yılda kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığı, eşitliğin sağlanmasında fiili ve yasal engellerin varlığını sürdürdüğü, eşcinselliğin hastalık, kadınların çocuk doğurmakla görevli olduğunun sayılması, kadının Kürt sorununun çözümü için evlenilecek ikinci üçüncü eş olarak görüldüğü, tacizcileri korumak için evlilik yaşının 14’e indirilmeye çalışıldığı, kadınların kazanılmış tüm haklarını gerileten SSGSSS’nin yasalaştırıldığı sürecin sorumlusu olan AKP, bu 8 yılın hesabını vermeden, eşitlik ve özgürlük lafını ağzına alamaz” dedi.

Eylemde sık sık “Kadınlar sandıkta hayır diyecek”, “Sandığa git, hayır de”, “Muhtaç değiliz, mağdur değiliz, eşitlikçi bir anayasa istiyoruz” sloganları atıldı.

Eyleme katılan Pınar Sağ ise AKP’nin anayasasına HAYIR diyeceğini vurguladı.

“Cinsiyetçi, gerici, baskıcı YÖK’e HAYIR”, “eğitimde kadına pozitif ayrımcılık istiyoruz” yazılı dövizler taşıyan Öğrenci Kolektifleri’nden Kadınlar; üniversitede, yurtta, ANAYASA’da gerçek eşitlik istediklerini vurgulayarak bütün üniversiteli kadınları referandumda HAYIR demeye çağırdı.
Devamını Oku

19 Ağustos 2010 Perşembe

Kadınlar 12 Eylül Anayasası’na da, AKP Anayasası’na da HAYIR diyor!

Kadınlar gerçek eşitlikçi bir anayasa istiyor

AKP 12 Eylül’de halkoylamasına sunacağı yeni anayasayı “özgürlük”, “eşitlik” laflarıyla
cilalamaya çalışıyor. Anayasa paketinin özellikle kadınlar açısından bir devrim niteliğinde olduğunu söylüyor.

Oysa AKP, anayasada yapacağı değişiklikle, kadınla erkek arasındaki eşitsizliği derinleştirecek, uyguladığı yeni liberal ve gerici politikalarla var olan hakların bile fiili
olarak kullanılmasını engellemiş olacaktır.

Gerçek eşitlik ve özgürlüğün, kadınlara dönük ayrımcılığın yasaklandığı, bunun önündeki tüm yasal ve fiili engellerin kaldırıldığı, kadınların çalışmasının koşullarının oluşturulduğu, ev içi emeğin görünür kılındığı, güvencesiz çalıştırılmalarının engellendiği, kamusal hakların güvence altına alındığı, cinsel yönelimi nedeniyle kimsenin yargılanmadığı, barışın egemen kılındığı bir düzen için;

12 Eylül Anayasası’na da AKP Anayasası’na da HAYIR!



Basın açıklaması

Tarih : 21 Ağustos 2010 Cumartesi

Saat : 13.00 Taksim Tramvay Durağı, Galatasaray’a yürüyüş



EMEP’li Kadınlar, ÖDP’li Kadınlar, Halkevci Kadınlar, TKP’li Emekçi Kadınlar



Not: Kurumsal katılımlar olduğunda imzalar çoğaltılabilir. Eylem kadın katılımlıdır.
Devamını Oku

25 Temmuz 2010 Pazar

ERDOĞAN ve KADINI (Sema Özdemir)

Tayyip Erdoğan, 18 Temmuz’da kadın temsilcileriyle yaptığı görüşmede buyurdu: “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadınlar ve erkekler farklıdır, birbirinin mütemmimidir.”
Kendisini nasıl tebrik edeceğimizi kestiremediğimiz Başbakan, her zamanki gibi ‘fark’ını ortaya koyarak kadın ve erkeğin birbirinin aynı olmadığını nihayet açıkladı ve kadın hakları savunucularının bugüne kadar hiç aklına getiremediği bir gerçekle hepimizi karşı karşıya bıraktı: Meğer kadın ve erkek farklıymış!

Bu gerçek, yalnız bizi değil AKP’lileri dahi yola gelmeye zorlayacağa benziyor. Zira demokrasi yolunda ‘sağlam adım’larla ilerleyen AKP, Anayasa’da eşitliğe yönelik tedbirler almak üzere bir değişikliğe başvurmuştu. Eşitliğe inanmayan bir Başbakan değişikliğin yeniden gözden geçirilmesini gerektirebilir.

Aynı toplantıda kadın sığınma evlerinin yetersizliğiyle ilgili bir soruya da “Bizim kadınımız sığınmaz” şeklinde tepki gösteren Erdoğan, hamaset üzerine kurulu iktidarına yine aynı yöntemle devam etmek niyetinde olduğunu gösterdi. Kadın temsilcileri Erdoğan’a “bizim kadınımız” kategorisine kimlerin dahil olduğunu, bu kadınların daha başka neleri yapıp yapamayacaklarını sordular mı acaba? Çünkü belli ki Erdoğan “bizim kadınımız” adını verdiği kadın tipini beyninde çok önceden kodlamış.

Erdoğan’ın Kadını

Erdoğan’ın kadını yiğittir, merttir; taşı sıksa suyunu çıkarır. Lakin taşı sıkmak gibi güç gösterilerini kendine yakıştıramayacağından taşı sıkmaz. Tıpkı can sıkmayacağı gibi. Erkeğinin canını sıkan, olur olmaz taleplerle baş ağrıtan kadın “bizim kadınımız” kategorisi içine sokulmaz.

Erdoğan’ın kadını hor görülmez, dövülmez; şiddete maruz kalmaz. (KSGM verilerine göre) Türkiye’de şiddet gören %39’luk orana sahip kadın kitlesi ise bu durumda “bizim kadınımız” değildir. Velev ki “bizim erkeğimiz”, “bizim kadınımız”a bizim çok da tasvip etmeyeceğimiz şeyleri yaptı, şiddet uyguladı. Böyle durumlarda bizim dirençli, itaatkar, baş ağrıtmayan kadınımız boyun eğmesini, susup köşesine çekilmeyi de bilecektir ve böylece sığınma evlerine ihtiyaç kalmayacaktır.

Bizim kadınımız ses çıkarmamayı bildiği gibi, evinde oturmasını da bilecektir. Böylece ülke genelinde kadınların %75’inin işgücüne katılmadığının tespit edilmesi, Başbakan için üzüntü değil olsa olsa gurur kaynağı olacaktır. Dizini kırıp oturması gereken kadın, bir şekilde iş hayatına atılırsa da; Erdoğan’ın gazetecisi, Erdoğan’ın profesörü, Erdoğan’ın bakanı olacak, ona kol kanat gerecek, yok sayılan haklarına karşıysa göz yumacaktır.

Erdoğan’ın Bakanı

Tayyip Erdoğan’ın toplantı boyunca söylediklerine tepki göstermeyen Aliye Kavaf’ın, Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapması Erdoğan’ın aradığı çalışan kadın imajının bir ölçüde başarıya ulaştığının göstergesi. Zaten Kavaf aynı dönemlerde CEDAW(Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) çerçevesinde düzenlenen toplantıda, kadın hakları konusunda nasıl da ilerleme kaydedildiğine Birleşmiş Milletler’i ikna etmeye uğraştığından, “ilerletilmesi gereken bir Başbakan”dan bahis açmayacağı aşikar. Hal böyleyken Kavaf’ın rolü, kadın erkek eşitliğine inanmayan başarılı Başbakanın arkasındaki Süs Bakan rolü değil de ne?

Peki Ya “Diğer Kadınlar”?

Başbakan kendi kadın ütopyasını yaratadursun, bu ülkede bir şekilde şiddete maruz kalan, tacize, tecavüze uğrayan, eğitim alması engellenen, genç yaşta zorla evlendirilen, işgücüne katılımı sağlanmayan kadınlar var. Ne yazık ki kadına Erdoğan’ın baktığı gözlerle bakan binlerce göz var.
Erdoğan’ın gözünden kaçsa da bu kadınlar, sivil toplum kuruluşlarının gözünden kaçmıyor. Kadının İnsan Hakları - Yeni Çözümler Vakfı ve Uçan Süpürge’nin ülke genelindeki kadınlara dair hazırladığı raporları Başbakan özellikle incelesin. Sonra bıraksın hamaseti ve dosdoğru söylesin:

Raporlarda yer alan kadınlar da Başbakan’ın gündemindeler mi?
Erdoğan ve peşindekilerin “bizim kadınımız”ı bir kenara bırakıp “bizim gerçeğimiz”le yüzleşmeye cesareti var mı?
Devamını Oku

8 Temmuz 2010 Perşembe

İzmir Öğrenci Kolektifi'nden Kadınlar İBB'ye Yürüyor

525 ÜCRETSİZ SEFERE KADINLAR TACİZSİZ GÜNLERE...

Üniversite içerisinde ücretsiz ulaşımı sağlayan 525 artık ücretli...525 e binmek için artık sadece öğrenci olmak yetmiyor,kentkart basman gerekiyor.Tabi paran varsa!

Geçen yıl okulların kapandığı yaz döneminde öğrencilerin olmamasını fırsat bilen İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ 525'i ücretli hale getirmişti.Ancak İBB öğrencilerin tepkilerine sadece 4 saat dayanabilmiş,bu uygulamayı geri çekmek zorunda kalmıştı.Bu sene de aynı tarihlerde yaptığı bu uygulamayla,yaklaşık iki haftadır öğrencileri mağdur etmektedir.Son 3 gündür ise seferleri durdurup öğrencilerine derslerine gitmesine engel olmaktadır.

Harçlara, ulaşıma gelen zamlar ve kesilen burslarla mağdur olan üniversitelinin 525'in ücretli olmasıyla birlikte, eğitim hakkı bir kez daha elinden alınıyor. Hele bir de söz konusu kadınlarsa mağduriyet ikiye katlanıyor. Bu uygulama gece yurduna dönmek isteyen üniversiteli kadınları, gecenin güvensiz ve karanlık sokaklarında yürümeye mecbur bırakıyor. Belediyenin bu uygulamasıyla taciz tecavüz vakalarıyla daha sık karşı karşıya geleceğimiz anlamına geliyor. Artık üniversiteli kadını,daha fazla gasp edileceği,daha fazla tacize uğrayacağı günler bekliyor.

Bundan sonra bu tür olayların artmasının sorumlusu, ücretli 525 uygulamasının mimarı İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ'DİR.

525'in mağduriyetini 2 kez yaşayan biz üniversiteli kadınlar olarak İBB'yi uyarmak ve taleplerimizi iletmek için 9 Temmuz Cuma günü(YARIN) Saat: 13:00 da İBB'ye yürüyoruz.

BÜTÜN DUYARLI KADIN ARKADAŞLARIMIZA ÇAĞRIMIZDIR

9 TEMMUZ CUMA GÜNÜ
SAAT 13.00 DA
KONAK YKM ÖNÜNDE
BULUŞUYORUZ...
İLETİŞİM:0506 932 5754

ÖĞRENCİ KOLEKTİFİNDEN KADINLAR
Devamını Oku

Bekir Yıldız’ın “Evlilik Şirketi” Üzerine.../ Sema Özdemir


Şirket kelimesi kafalardaki “aile yuvası” için ağır gelebilir en başta. Siz de muhtemelen o şirketin bir ürünüsünüz çünkü. Varoluş kaynağınıza burun bükmek ukalaca görünebilir. Hele ki mutlu bir aile çocuğuysanız, zor kabullenmek tek seferde. Ama ne yazık ki evlilik denen gerçek çoğu zaman böyle. İki tarafı birbirine sözleşmelerle bağlayıp, o ilk geceye sürükleyen, hatta zaman zaman sırf o ilk gece ve sonraları için alınmış bir izin; toplumun sizi de evlendirip mutluluğa ermesi, bir avın daha ortadan kalkması adına girişilmiş bir zor yolculuk; payınıza düşen sevgiler gitgide uzaklaşırken, kar paylarınızla karnınızı doyurabileceğiniz bir girişim evlilik.

Bekir Yıldız tam da bu gerçeklikten hareketle kurguluyor öyküsünü. Evliliklerinin 9. yıl dönümü gecesinde birbirlerine karşı dürüst olacaklarına, saklı olan her şeyi birbirlerine anlatacaklarına söz veren bir çifti mercek altına alıyor. İyi yapıyor. İyi yapıyor çünkü o tek gece hepimizin hayatında uzak yada yakından var olan evlilik gerçeği üzerine cesurca bir şeyler söylüyor. İyi yapıyor çünkü evliliği aşk ve sevgi birlikteliğinden çok, iki insanın birbirine olan zorunlu ihtiyacından doğan temelsiz bir yapıyı var etmesi açısından ele alarak bakış açımızı genişletiyor. O güne kadar saklı kalanlar ortaya saçıldıkça yılların beraberliğinin bir şirketten öteye gidemediği görülüyor.

Neden bir zorunluluk evlilik? Hele ki kadın için… Bir erkek “bekarlık sultanlık” felsefesini ulu orta söyleyip geçiştirebilir etraftan gelen “kız bulalım” baskılarını. 40’ında da bekarsa “gününü gün ediyor” denilebilir. Ama bir kadın için böyle değil.. evde kalmıştır, artık çok geçtir, en kötü aday bile istese kız ona muhakkak verilecektir, ya istenmezse ailesi konu komşunun yüzüne nasıl baksındır, ve dırdır ve dırdır. Toplumun dırdırını çekmek evliliğin çilesini çekmekten daha zor diye mi daha en başından umut vaat etmeyen bir yolu seçiyor kadınlar? Bekir Yıldız’ın yarattığı karakter kitabın bir köşesinde diyor ki: “Erkeklerin yönettiği toplumlarda kadınlar hep sürgülü kapılar ardında mutluluğu arıyorlar.” Kimi zaman bir erkekle yakalandığı için anne babasından, kimi zamanda kocasından kaçıp kapılar ardına saklanan kadın her şeye rağmen bir umut arayışıyla mı evleniyor yoksa? Mutluluk için… ya tutarsa?

Ne yazık ki tutmuyor çoğu zaman hesaplar. Bir gece, “doğrular söylensin” dendiğinde, güya yıllardır birlikte fakat birbirini anlamanın katbekat ötesinde iki insan kalıyor elde. Umut bağladığın adam kazma mı çıktı sevgili kızım? Ömrünce seversin sandığın kadın başka kadınlara gitmene engel değil miymiş meğer be oğlum? Çocuk, dünyanın en büyük mutluluğu olmasının yanı sıra bu temelsiz birlikteliğin prangaları mıymış aynı zamanda? Gerçekler muhakkak bir gece dank eder kafana. Bekir Yıldız, o geceyi anlatmış. Kitap, doğrudan kadın merkezli kurulmuş bir kitap olmaktan uzak, hatta tüm yaşadıklarına rağmen kadından çok erkek figürü farkında içine düşülen durumun. Fakat okuyan herkes, hele ki evlilik yükünü kimi zaman bilinçli kimi zaman farkında olmaksızın sırtlanan kadınlar, bir şeyler bulacak; yalnız anne-babası yahut kendisi boşanmış, defalarca aldatılmış olduğunu bilenler değil, benim gibi mutlu aile çocuğu olduğunu düşündüğü halde, bir toplumun gerçeğine gözlerini kapayamayanlar da.

Kitaptan “ilk gece”ye dair bir alıntı:
“…Gelinlikliydi kadın. Daha önce açtığı her yanı kapamıştı beyaz, uzun gelinlik. Koşuyordu. Dönüyordu. Mühürü, beyazlıkların, allı pullu işlemelerin içinde. Adam, siyahlar giymişti. O da koşuyordu. Dönüyordu, birkaç saat kalmış bir mutluluğa kavuşmanın sevinciyle. Yirmi beş yıldan beri bekletilmiş olmanın hıncı yerine, sanki sabırlı olabilmenin sevincini taşıyordu yüzünde. Çevre insan doluydu. Salon ışıklı, konfetiliydi. Az sonra el ele verip özenle döşenmiş bir odaya bırakacaklardı bu iki insanı. Bekleyebildikleri için bir ödüllendirmeydi bu onları. Ama nasıl bekleyebilmiş olmalarını hiç kimse düşünmüyordu salonda. Yürüyorlar şimdi. El öpmek… Mutluluk dilekleri… Başgöz olacaklar az sonra. Adam, kucaklıyor gelini. Azgın suların içinden, boğulmak üzere kurtardığı bir kadın gibi kucaklamış gelini. Azgın sular… Dalgaların her inip kalkışında, yaşamak için çırpınan kadın… Bugüne dek, boğulmasını sahilden seyretmiş sanki bütün erkekler. Ceset sahile vurunca, üstüne atlayacak erkekler… Ölmüş bir kadın da olsa… Herkese açık evlere doğru sürükleyecekler onu. Ama, siyah elbiseli, sanki yas tutmak sırası o gün kendisindeymiş gibi atılacak dalgaların arasına ve kurtaracak kadını. İşte kurtarmış bile… Kapıyı kilitliyor ardından… Canlı canlı atıyor yatağın üzerine beyaz gelinlikli kadını. Oda gece lambasından daha aydınlık… Kırmızı bir aydınlık. Adam öpüyor kadının ellerini. Kadın da öpüyor. Kadın kurtarıldığı için… Adam kurtardığının farkında olmaksızın, başka şeyler düşünüyor. Ergenliğinden bu yana, kendisinin özbeöz malı olabilecek bir kadına, benimsin diyebileceğini düşünüyor. Benimsin diyor. Sonuna dek diye, seviyor kadın da. Sarılıyorlar. İlk kez kimsesiz bir odada, hiç kimseden korkmadan sarılmak… Unutuyor her ikisi de, bugüne dek başkalarıyla da sarıldıklarını. Unutulacak şey… Ayıplanmadan kucaklaşma bu. Sevinçleri daha çok artıyor. Sıra dudaklar. Adam daha usta. Dil istiyor. Kadın kaçırıyor. Beki de ustalığını gizlemek bedenin her dokusunda canlı hala. Kadın, şaşırıyor ansızın. Çünkü soyuyor odadaki adam onu. Sanki kocası değil bu. Ya işi ileriye götürürse? Düğmeler açılıyor. Kadın daha bir huysuz. Bir an karıştırıyor öteki erkeklerle. Korkuyor. Kaçmak istiyor. Sevgilim, diyor adam. Ben senin sahibinim. Onaylandı bu. Sen diyor, biricik erkeğim. Gelinlikten sıyrılıyor kadın. Ağlıyor. Sevincinden diyor adam. Oysa, gölgeler düşüyor adamın başı üzerine. Kadının daha önce tanıdığı adamların başı… Kadın ağlayamıyor bir süre. Dişlerini sıkıyor. Adam hiçbir şey düşünmeden ergenliğinden beri aradığını saldırıyor. Kadın bağırıyor. Adam mutlu. Kırmızı, beyaz kanı, o da seviyor…”
Devamını Oku

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Ankara Kadın Platformu'ndan Halil Bakırcı'nın İstifasına Dair İmza Kampanyası

http://halilbakirciistifa.blogspot.com/

internet adresinden Halil Bakırcı'nın istifa etmesi, etmiyorsa derhal görevden alınması için imza atabilirsiniz

Halil Bakırcı İstifa Etmeli, Etmiyorsa Derhal Görevden Alınmalıdır
Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı: "…Maddi durumu güçlü vatandaşlarımız bu bölgede yaşayan bayanlarla ikinci ya da üçüncü evliliklerini yaparak hısımlık bağları oluşturmaları gerekir. Eşinden çocuğu olmayan vatandaşlarımız da dini nikahlı olarak bu bölgelerden kız alarak evlenebilirler.”, “"Bazı zenginlerin kendilerine metres tuttuklarını, gayri meşru ilişkilere girdiklerini duyuyoruz. Dini nikah ile ikinci, üçüncü evlilik yapmak metres tutup gayri meşru bir ilişki yaşamaktan çok daha doğru olur. Bu nedenle Güneydoğu bölgemizden kendilerine eş almalarında bir yanlış öremiyorum. Aksine hayır görüyorum”

Halil Bakırcı bu ve özür dilediği sözleriyle;

“Kız alıp verme” ifadesini ısrarla kullanmakta, yani kadınları alınıp verilen eşyalar olarak görmekte ve kadınların kendi evlilikleriyle ilgili iradelerini yok saymakta...

Erkek çok eşliliğini meşru görmekte, propagandasını yapmakta ve bu konudaki yasaları yok saymakta…

Kadınlara, aynı zamanda bu yaklaşımla Kürtlere karşı ayrımcılık yapan ve suç işleyen Halil Bakırcı istifa etmeli, etmiyorsa derhal görevden alınmalıdır.
Devamını Oku

6 Temmuz 2010 Salı

Şemsiyelerimiz,yumurtalarımız hazır: AKP'DEN HESAP SORACAĞIZ! - Öğrenci Kolektifi'nden Kadınlar

AKP'li Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı'nın Kürt sorununa yaptığı akıl dışı çözüm önerisi ile AKP'nin gerici, faşist, cinsiyetçi algısıyla geçtiğimiz günlerde bir kez daha yüz yüze geldik. AKP'li belediye başkanı Halil Bakırcı Kürt sorununun çözümü için kadınların kullanılmasını önerdi. İnsanların evlilikleri sırasında metres tutabildiğini söyleyen Bakırcı bunun yanlış olduğunu, bunun yerine Doğu’dan ikinci eş alımıyla Kürt sorunun 30 yıl içinde çözülebileceğini öne sürdü. “İkinci eşler doğudan alınırsa, hasımlık hısımlığa döner!”

AKP'li belediye başkanının yaptığı açıklamalar ve Kürt sorununa çözüm önerisi işte bu şekildeydi. Hepimiz süreci gazete ve televizyonlardan takip etmişizdir ama hatırlatmakta fayda var: yapılan bu akıl dışı açıklamanın ardından toplumun hemen hemen tüm kesimlerinden tepkiler yükseldi. Ülkenin her yanında kadınlar eylemleriyle AKP'li başkandan hesabının sorulmasını istedi. BDP grup başkan vekili Gülten Kışanak olayın ardından hemen AKP'yi, savcıları ve içişleri bakanını gereğinin yapılması için göreve çağırdı. Bütün bunların üzerine başkan basın metni ile özür diledi, AKP başkan hakkında inceleme başlattı, AKP kadın kolları başkanı ise Bakırcı'yı kınadı! Biz artık, atılan bütün bu adımların göstermelik olduğunu bilecek kadar iyi tanıyoruz AKP zihniyetini! AKP yine şov yapıyor (Eşcinselliği tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak gören kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı Aliye Kavaf’ın ise bu konuya yönelik açıklama yapmaması akıllara “AKP’nin kadından sorumlu bakanlığının AKP’nin erkek egemen zihniyetinin örtülmesi için bir perde mi?” sorusunu getiriyor.)
Rize belediye başkanının özrünün gerçek olmadığını asıl gerçek olanın AKP’nin içine işlemiş olan gerici, faşist, cinsiyetçi açıklamaları olduğunu biliyoruz. Rize belediye başkanının açıklamaları tıpkı Siirt olayında valinin “Taş atmaktansa fuhuş yapsınlar” demesi gibi çağ dışı, Serdar Turgut'un Rojin hakkında 'Seks kölem yapardım' demesi gibi ırkçı, Tayyip'in '3çocuk doğurun' demesi gibi cinsiyetçi ve kadın düşmanı. Evet, AKP'nin zihniyeti bu ve biz daha önce de defalarca yüz yüze geldik bu düşüncelerle. Üstelik bu olayın devamında bu zihniyette olanın sadece Rize belediye başkanı olmadığını tekrar tekrar gördük. Diyarbakır'ın AKP'li milletvekili İhsan Arslan'da olayın ardından “Neden Karadenizliler bizden kız alıyor da biz Karadeniz’den almıyoruz” diye tepki gösterdi! Diyarbakır Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu ise “Kürt sorunu bu şekilde çözülecekse, onlar bize iki versin, biz onlara bir kız verelim” açıklaması yaptı. Onlara göre kürdü, lazı farketmez tüm kadınlar alınır satılır mal ve birer cinsel meta… AKP zihniyetinin zehirlediği her yerden böyle gerici, cinsiyetçi açıklamalar geliyor. Biz kadınları alınıp satılabilen birer cinsel obje olarak görüp hesaplaşmalarını kız 'alış veriş'i üzerinden halletmeye çalışıyorlar. Bedenlerimizi ve kimliklerimizi hiç utanmadan aşağılamaya devam ediyorlar.

Yapılan bu gerici, ırkçı, cinsiyetçi açıklamalar AKP'nin Kürt sorununa yüzeysel yaklaşımını ve AKP'nin 'açılımı' nın gerçek yüzünü göstermiştir. Saldırı yalnızca Kürt kadınlarına değil bütün kadınlara yöneliktir. Kadına yönelik saldırıların böylesine arttığı ve halklar arası gerginliğin tırmandırılmaya çalışıldığı bu dönemde biz üniversiteli kadınlar 'barışa köprü olma' iddiamızı inatla yinelemeli; her dilden, her dinden ve her renkte kadınla ellerimizi birleştirerek daha güçlü bir şekilde bu karanlık zihniyeti söküp atana kadar ve kız kardeşliğin ülkesini kurana kadar mücadele etmeliyiz. AKP'den soracak hesabımız var! Yumurtalarımızı, şemsiyelerimizi hazırladık hesap soracağız.
Devamını Oku

Özgün Katkı (Makale)

Olur da bir gün ‘bayan’ kelimesinin şimdilerde kullanıldığı biçimine itiraz etmeye kalktınız.  Önünüze en sıklıkla sürülecek karşı fikir “ ‘bayan’ın nezaket sebebi ile tercih edilen bir kelime olduğu, sık kullanımında kötü bir niyet aramamak gerektiği” olacaktır.  O yüzden biz de akıl yürütmemize bu noktadan başlayalım.

Gerçekten de “erkek” ve “kadın” kelimeleri salt iki farklı cinsiyeti betimlemek maksadı ile kullanıldıklarında bir sıradanlık da içerirler. Bu sıradanlık halinin de bazı durumlarda uygunsuz  kalması muhtemeldir. O durumlarda bu kelimelerin yerine daha fazla saygı ve nezaket kastettiği kabul edilen başka ifadeler tercih edilebilinir. Örneğin sokakta hiç tanımadığınız bir kişiye “hey kadın” diye bağıramazsınız.  “Kadın” ve ’bayan’ kelimeleri arasında yapmak durumunda kalınılan  tercih örneğin “sen” ve “siz” zamirleri arasındaki  tür bir saygı katsayısı farkı ise, ‘bayan’ın o tür durumlardaki kullanımı aslen modern kentli yaşamin bir gereğinden başka bir şey değidir.

Ama zaten bizim derdimiz de “sayın baylar ve bayanlar” türü ifadeler ile değil. Daha doğrusu “bayan kelimesi nezaket sebepli kullanılır” diyenlerin gerçek kastı yukarıdaki tür bir durum  değil.

Bizim  ‘bayan’ kelimesinin yakın dönemdeki sık kullanımının sebeplerinin izini sürerken kullandığımız çok basit bir ölçeğimiz var: ‘bayan’ın kullanıldığı her durumda dönüp karşı cinsi betimlemek için hangi sözün kullanılmış olduğuna bakmak; bay mı erkek mi?

Girizgahta paylaştığımız  örnekler tam da bu testten geçemeyen durumlardı. Çoğunun ortak noktaları iki cinsiyetin bahsinin geçmesi gereken bilimum halleri “bir erkek-bir bayan” şeklinde ifade etmeyi seçmeleri idi.

Nezaket Aslında Niye?

Diğer bir deyişle bu ‘bayan’ kelimesin yakın dönemdeki kullanılma biçimi herşeyden önce dengesizlikten menkul bir mesele. Bu da o yukarıda bize sarfedildiğini söylediğimiz “bayanın kullanımı nezaket gereği ” açıklamasındaki iyi niyet varsayımını çok kuşkulu bir hale getiriyor. Şunu unutmayalım ki eğer son dönemde sadece ‘bayan’ bu kadar sık kullanılır hale gelmiş ise ve eğer sadece ‘bayan’ın kullanımı bir nazeket meselesi olarak ifade ediliyorsa, o zaman burada asıl kastedilen nezaketin bir cinsiyeti olduğu.  Eğer ‘bayan’ kelimesi gerçekten bir nezaket niyetinin ifadesi ise, demek ki bu kelime başka bir kelimenin çağrıştırdığı bir kabalık halini örtmek için tercih ediliyor.  Ya da diğer bir deyişle mesele ‘bayan’da değil asılonun yerine kullanıldığı diğer kelimede, yani ‘kadın’da düğümleniyor.

Bizim ifade etmeğe çalıştığımız da asıl sorunun tam bu olduğu:  “Kadın” kelimesinin, çeşitli sebeplerden, kullanımı ayıp, uygunsuz olarak kabul edilmesi ve mümkünse kullanılmamaya çalışılması.  ‘Bayan’ kelimesinin her kullanımı (anlaşılan) aslında şöyle bir açılıma maruz kalıyor:  bugünkü çağrışımları  ile kadın kelimesinde ters birşeyler var, biz o yüzden o taraflara hiç bulaşmamak, kadın gibi kirlenmemiş ama aynı anlama gelebilecek bir başka kelimeyi tercih edelim.  Yani ‘bayan’ın her kullanımı aslında “kadın”ın kullanılamazlığının da bir onayı.

Kendisini savunmaya  geçip “benim ‘bayan’ derken öyle bir niyetim yok” diyeceklere çok uzatmadan cevap verelim. Buradaki mesele “toplumsal bilinçaltı” dediğimiz hale bir örnek. Yani biz sizin her ‘bayan’ deyişinizde aklınızdan uzun uzadıya “aman kadın demeyeyim, o uygunsuz bir laf,  ‘bayan’ derken öyle kötü çağrışımlar yapmış olmuyorum” diye geçirdiğinizi iddia etmiyoruz.  Bizim asıl sorun olarak gördüğümüz şey “kadın” kelimesinin kolektif biliçaltında gözle görülmez bir biçimde “kirlenmiş” kabul edilmesi. Bu durumda kişinin hesabına düşen de kadın kelimesini kendi başına temizleyemeyeceğini belli belirsiz hissedip, kendini aynı anlama gelecek başka bir kelimeye doğru yönlendirmesi. Ve tekrar edelim bunlar çok çok hızlı, üzerine akıl yürütmeden yapılıverilen şeyler.

‘Bayan’ın son beş-altı yıldır seyrettiğimiz inanılmaz yükselişi tam de böyle bir süreç. Bizim çağrımız işte bu üzerine düşünmeden ama giderek daha çok yaptığımız ‘bayan’a meyil etme haline bir ışık tutmak, bunu yaparken neyi neye ve niye tercih ettiğimizin adını koymak.

Bayan mı, Kadın Diyememek mi?

O yüzden biz öncelikle bu ‘bayan’ hadisesinin adını doğru koymak istiyoruz. Burada bizim asıl gördüğümüz şey Türkiye’nin gittikçe daha yaygınlaşan bir biçimde  kadın diyemez hale geldiğidir.  Peki ama niye? Biz Türkiye’liler neden kadın diyemez olduk? Kadın kelimesini  Türkçe’de “kirleten” nedir? ‘Bayan’ kelimesinin yaygın kullanımı ile ilgili asıl tartışılması gereken kanımızca bu.

Yukarıdaki sorunun illa ki tek ve kesin bir cevabı yok.  Ama tabi kendimizce bildiklerimizden ve çevremizde duyduklarımızdan elimizde bazı ipuçları var. Genel bir ifade ile mesele “kadınlık” halinin salt bir cinsellik ile özdeşleştirilmesi, bu durumun da bazı insanlar için ‘kadın’ kelimesinin öyle olur olmaz her cümle içinde kullanılmaya  uygun olmayan çağrışımlar yapması gibi görünüyor.

Kadınlar,Kızlar,Erkekler,Oğlanlar

Bazılarına göre mesela ‘bayan’ kelimesi Türkçe’de yaptığımız “kız-kadın” ayrımını bertaraf etmenin bir yolu. Tekrar erkeklik halleri ile bir karşılaştırmaya girelim. Bir kere “oğlan-erkek” ayrımına baktığımızda benzer çağrışımlar orada çıkmıyor karşımıza. Dahası “kız-kadın” ikileminin asıl tehlikeli suları denklemin “kadın” tarafı iken, karşı yakada durum tam tersi. Orada daha olumlanan kelime işin “erkek”kısmı. Yaşı çok da büyük olmayan öğrencilerimize “size oğlan diyebilir miyiz?” diye sorduğumuzda gülüşmelerle karışık “estağfurullah” cevabını aldık mesela. Gene bir denksizlik durumu söz konusu burada; erkeklerin oğlanlıktan ilk fırsatta kurtulmaları gerekir iken, kızların ancak çok ve çok dikkat olarak kadınlığa geçmesi lazım.

Velhasıl anlaşılan o cenapta “oğlan” kelimesi diyelim ancak 5 yaşından küçük kişilerden bahsederken uygun olabiliyor. Onun dışında dil o taraftakilerin neredeyse istisnasız erkek doğup erkek ölmesine izin veriyor. Keşke bizim cephede de durumlar aynı olmuş olsaydı. Keşke kadınlar da kadın doğup kadın ölebilseydi. Ya da hadi diyelim illa bir eşik lazım, o zaman da kız ifadesi sadece örneğin “kadın cinsiyetinden ve yetişkin olmayan insan kişi”yi betimlemek için kullanılsa, aradakı eşik sadece bir yaş ve yetişkinlik farkını ifade etmek niyetinde kalabilse idi.
Ki yadsıyor görünmeyelim, “kız” kelimesinde tabi ki bir yaş göndermesi de var. Ama mesele söz konusu ayrımın sadece o noktada kalmaması. Ondan sonra yaşın ilerlemesinin cinsellikle ilgili bazı  olgunlaşmaları da içerdiği kavramlaşması bulaşıyor kelimeye. Yukarıda “kız-kadın” arasındaki  eşik diye bahsettiğimiz şey de işte bu. Bu eşiğin dilde bu kadar net olarak belirlenmesi onu hepimizin ister istemez geçmek zorunda kaldığımız anlamına geliyor.

Bu eşiğin tam olarak hangi noktaya kurulduğu sorusunun ise tek bir cevabı olması gerekmiyor. Adına isterseniz “evli mi değil mi”, ister  “cinseliğe bulaşmış mı değil mi”, ya da belki “bakire mi değil mi” eşiği deyin. Meselenin daha mühim kısmı dilin erkekleri değil ama kadınları bir çeşit cins(iy)ellik referansı ile kategorize etmek zorunda hissetmesi ve dahası kendinde bu hakkı görmesi. O eşiğin aşıldığı bilgisi dil üzerinden deklare edildiğinde aynı kişinin bir anda  başka bir gözle görülebileceği mesajı da iletilmiş oluyor. Ve işte bu yüzden biz de birbirimize kadın diyemez oluyoruz; tanımı gereği zaten kirlenmiş olan kadın kelimesi,  onu taşıyacak herkesi de kirletme tehtidinde bulunuyor. Biz de göz göre göre sevdiğimiz ya da saydığımız birilerine bunu yapamayacağımız için alternatif ‘bayan’a meylediyoruz.

Bayan ya da Ms.

‘Bayan’ kelimesinin Türkçe’deki “kadın-kız” ayrımından kurtulmak için iyi bir ara yol olduğunu savunan görüşün kullandığı bir örnek İngilizce’deki “Mrs-Miss-Ms”in sıfatlarının geçirdiği evrim. Kısaca açıklayacak olursak İngilizce’de daha önceleri evli olmayan kadinlar icin Miss, evli olanlar icin ise Mrs. sıfatları kullanılırdı. Bugun ikinci dalga feminizm olarak adlandırdığımız  1960 ve 70’li yıllarda ise kadınlar bu çeşit bir kategorizasyona itiraz ettiler. İlk kez 1961’de Sheila Michaels tarafindan icat edilen Ms. kelimesinin kullanımı bu sebeple zaman içinde feminist kadınlar arasında yaygınlaştı ve Miss/Mrs ayrımını ortadan kaldırmak amacıyla benimsendi.

Ms.’in tarihinden ‘bayan’a baktığımızda dikkat etmemiz gereken çok önemli bazı farklar var. Unutmayalım ki İngiliz dilindeki bu değişiklik dönemin feminist mücedelesinin sonucunda kadınların kendilerinin yaptığı talepler sonucunda gerçekleşti. O dönemde kadınların Ms’in kullanımını talep etmelerini kısaca şöyle bir açılımı vardı:

1)      Bir kadının medeni durumu sadece o kadını ilgilendirir.  Özellikle de karşı cinsin medeni durumunun hiçbir biçimde ifade edilmediği gözönüne alındığında,  sadece kadınların medeni durumlarının dilde ifade edilmesi beklentisi doğrudan kadınlara karşı yapılan bir harekettir.

2)      Kadının evli olduğunun dil üzerinden işaretlenmesi kadının asli kimliğini kocası üzerinden edindiği anlamına gelir. Oysa kimlikler başkalarından türevsel olarak edinilmez, kişinin kendisine aittirler. Hiçbir kadın salt kocasının eşi değil, her zaman pek çok şey ama en önemlisi daima kendisidir.

Tekrar hatırlatalım, yukarıdaki itirazlar bundan 30 küsur yıl once İngiliz dili kapsamında yapılan “Miss-Mrs” ayrımına getirilen feminist eleştiri ve sorgulamaların özeti. Burada vurgulanması en önemi nokta Miss-Mrs.’den Ms.’e geçişin toplumsal bir tabanın talebi ile olmuş olması. Türkiye örneğine geri dönecek olursak biz şahsen Türkiye’de kadınların “bize ‘kadın’ demeyin, ‘bayan’ deyin” diye ayaklandığını, böyle bir talepte bulunduğunu duymadık, görmedik.

Ki buna rağmen ifade edelim tartışmaya girdiğimiz bazı kişilerin iddasına göre onların ‘bayan’ kelimesini tercih etmelerine sebep olan şey bazı kadınların kendilerine ‘bayan’  denmesini tercih etmeleri imiş. Yukarıda ifade ettiğimiz “kadın-kız” ayrımı bazen kadınları öyle bir kıskaçta bırakıyormuş ki kişinin bu tür bir gerilimi (mesela diyelim yaşı geçkince ama evlen(e)memiş bir kadının durumunda) bertaraf etmek için  üçüncü bir ifade olarak ‘bayan’ kelimesini tercih ettiği oluyormuş.

Eğer gerçekten kendisine kadın denmesinden özellikle hoşlanmayan bazı kadınlar varsa –ki biz rastlamadık ama olabilir de- sırf bu olasılık bile bu duruma isyan etmek için yeterli bir sebeptir. Burada tekrar İngilizce ve Türkçe örnekleri arasındaki farkın altını çizelim. İngilizce’deki Ms. kelimesine geçiş, tabandan gelen bir toplumsal  hareketin kadınlık durumunu maruz kaldığı ayrımcılıktan kurtarmak için yaptığı bir hareketin eseri. ‘Bayan’ın yükselişi ise kadınların bir toplumsal hareket halinde ortaya koyduğu bir talebin değil, tam tersine erkek egemen bir zihniyetin dile sızmasının sonucu. Böyle bir durumda bazı kadınlar da bu dili, tıpkı yukarıda ifade ettiğimiz gibi yaptıklarının çok da bilincine varmadan içselleştirip, normalleştiriyor olabilir.  Ama bu durum ‘bayan’ın kullanımının yaygınlaşmasının kadınların isteği ile değil kadınlara rağmen gelişen bir süreç olduğu gerçeğini değiştirmez.

Sonuç Olarak

Özet mahiyetinde yineleyelim. Burada itiraz ettiğimiz bir Türkçe’nin yanlış kullanımı durumu değil. Burada bizim kastımız dilin aslen bir zihniyet dünyasının yansıması olarak görülmesi gerektiği. ‘Bayan’ kelimesinin kullanımı aslında bir seviyede buz dağının görünen yüzü. Bir ayna ‘bayan’  ve bize Türkiye’deki kadınlar ve kadınlık algısına ilişkin bir sürü şeyi gösteriyor. Bizi asıl dertlendiren da o aynadan bize yansıyanlar zaten.

Ama bu şu demek de değil; Türkiye’deki kadınlığa ilişkin algı zaman içinde düzelirse ‘bayan’ kelimesinin çarpık kullanımı da bu süreçte kendiliğinden düzelir, yani bekleyelim yeter. ‘Bayan’ hem bir semptom ama hem de kendi içinde bir sorun aynı zamanda. Çünkü kelimenin bu çarpık, düzeltilmeden kullanımı o altındaki daha büyük sorunu (kadınlık eşittir bir uygunsuzluk, bir ağıza alamama hali, bir çeşit cinsellik çağrışımı) da bir yandan besliyor, büyütüyor, yeniden üretiyor.  ‘Bayan’ kelimesinin gereksiz her kullanımı aslında yukarıda ifade ettiğimiz meseleyi de normalleştiren, üzerini örten bir araç haline geliyor.

İşte bu yüzden bu mesele önemsenmeli ve üzerine gidilmelidir.  Bu işin tek bir çaresi vardır , o da “kadın” kelimesine sahip çıkmak. Çabamız onun kendi içerdiği anlam dışındaki her türlü çağrışımdan arındırılmasıdır ki kadınlık adına verdiğimiz çeşitli mücadeleleri sürdürebilelim. Biz erkeklerin bizi erkek bakışının nesnesi, ikinci sınıf kişilikler haline getiren samimiyetsiz nezaket sözcüklerini değil,  sadece kadın olmayı istiyoruz.

Kaynak: http://www.bayandegilkadin.com/?page_id=90
Devamını Oku

525 Ücretsiz Sefere, Kadınlar Tacizsiz Günlere...


Harçlara, ulaşıma gelen zamlar ve kesilen burslarla mağdur olan üniversitelinin 525'in ücretli olması ile birlikte eğitim hakkı bir kere daha ellerinden alınıyor. Hele bir de söz konusu kadınlarsa mağduriyet ikiye katlanıyor. Bu ücretli 525 uygulaması gece geç saatlerde yurduna dönmek isteyen üniversiteli kadını, kampüs içi ışıklandırmanın yok denecek kadar az olması nedeniyle karanlığa bürünen gecenin sokaklarında yürümeye mecbur bırakıyor.

Taciz, tecavüz vakalarının arttığı son günlerde, İ.B.B'nin yapmış olduğu bu uygulama kadına yönelik bu vakaların daha da artacağı anlamına geliyor. Geçtiğimiz iki yıl içerisinde, Ege Üniversitesi Kampüsü'nün arka çıkışındaki kanalda, iki kadının tecavüz edilerek öldürüldüğünü hala hafızalarda.

Artık üniversiteli kadını, daha fazla gasp edileceği, daha fazla tacize tecavüze uğrayacağı, hatta ölümlerle sonuçlanacak günler bekliyor. Öğrenci Kolektifi'nden Kadınlar, bu durumu anlatmak ve ulaşım hakkına sahip çıkmak için bugün 525 durağındaydı. “Dinle bizi Aziz , bakiyemiz yetersiz. Kadınlar için geceler güvensiz”, “525 ücretsiz sefere, kadınlar tacizsiz günlere” yazılı dövizlerle renklendirdikleri durakta 525 uygulamasının kadınlara ne gibi sonuçlar doğuracağını anlatan bildiriler dağıtıldı. Kadınlar tarafından yoğun ilginin görüldüğü bu bilgilendirmede, üniversiteli kadınların ücretsiz kampüs içi ulaşım hakkını geri alınması için birlikte mücadele edilmesi gerektiği vurgulandı.

Öğrenci Kolektifi'nden Kadınlar tarafından, kadınların haklı taleplerini belirtmek için, bundan sonra bu tür olayların artmasının sorumlusu, ücretli 525 uygulamasının mimarı İzmir Büyük Şehir Belediyesi'ne, yürüme çağrısı yapıldı.
Devamını Oku

27 Haziran 2010 Pazar

Kadın Sorunları Üzerine...("8 Mart'ın 100. yılında Üniversiteli kadınlar sorunlarını tartışıyor" adlı etkinlikten)

Kadın deyince aklınıza ne gelir ki? Alımlı güzel bir “hatun mu”, ev kadını mı, yemek yetiştirmeye çalışan, çocuğuyla ilgilenen bir kadın mı, köyde çalışan bir kadın mı, kadınlar adına anlatılan fıkralar, özlü sözler mi, bir forumda onlarca sayfayı bulan geyikler mi, dayak mı töre mi… birçok şey gelir aklımıza. Namus gelir, bela gelir, şiddet, taciz, tecavüz, cinsellik gelir, çocuk gelir, çamaşır, bulaşık, temizlik gelir, iyi bir eş-sevgili veya korunması gereken aciz bir insan gelir. Yasak elmayı yemesiyle insanların ceza olarak dünyaya gönderilmesine neden olan, erkeklerin bel kemiğinden yaratılan Havvalar gelir…

İşte ataerkil toplumda kadın deyince akla ilk gelenler…Evde, işte, okulda hayatın yeniden üretilmesinde aktif rol oynamalarına rağmen sırf cinsiyetlerinden ötürü yaratıcı yönleri bir tarafa bırakılıp yok sayılan, ezilen, sömürülen veya tacize-tecavüze uğrayan kadınlar…İşte buradan yola çıkarak kadın sorununu tanımlamak gerekirse: kadınların emeklerini, bedenlerini ve kimliklerini baskılayan erkek egemen sistem içinde, kadınların cinsiyetlerinden ötürü yaşadıkları her türlü sorunu kapsar. Bireysel olarak erkeklerin tek tek yarattıkları bir sorun değil, tarih içinde toplum yapısına göre şekillenen ve egemenlik ilişkilerinin yapı taşlarından biri olan erkek egemenliğinin yarattığı baskıdır. Dönemin gereklerine göre şekillenen erkek egemen toplum, zamanla kadına ve erkeğe bir takım eşitsiz roller biçer. Bu roller kadının ezilmesi üzerine kurulmuştur ve toplamda “toplumsal cinsiyet” kavramını oluşturur. Bu anlamda kadının ezilmişliği sorunu hem toplumsal cinsiyet, hem de iktidar ilişkileri merkezli bir sorundur.

Ataerkil toplum içinde kadın çocuk doğurmakla, kocasına bakmakla kısaca ev-içi işlerle uğraşmak zorunda bırakılmıştır. Çünkü bu yolla kadın, ertesi gün işe gidecek olan erkeğin tüm hizmetini ücretsiz olarak yerine getirmiş, erkeğin üretimde verimliliğini artırmış ve çocuk doğurarak hem erkeğin “neslinin” devam etmesini hem de istihdama yönelik iş gücünü sağlamış olacaktır. Bu yüzden kadın hayatın yeniden üretilmesinde doğrudan etkiye sahiptir. Bu misyonunu yerine getirirken de farkında olmadan kendini dışlayan bir sistemin yürütücüsü olur.

Hayatın diğer alanlarında olduğu gibi üniversitelerimizde de kadının ezilmişliği sorunu kendini yeniden üretmektedir. Bunun yanında kadınlar üniversite içinde ve eğitimlerini sürdürdükleri kentlerde bu sorunlardan beslenen her türlü gericilik, baskı ve ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Mesela Kütahya’da devlet yurdu kapasitesi yetersiz olması nedeniyle bir çok üniversiteli kadın kiralık evlerde ya da çeşitli grupların sahibi olduğu yurtlarda kalmak zorunda bırakılmıştır. Buradaki yurt müdürleri veya ev sahipleri giriş-çıkış saatlerinden, eve giden gelene kadar üniversiteli kadınların tüm yaşamını baskı altına almaya çalışmaktadır. Kiralık ev ararken “eve erkek sinek bile girmeyecek” gibi tavırlarla karşılaştığımız da olmuştur. Kadın bir anda mahallenin namusu haline gelmiştir. Kentin kadın öğrenciye bakış açısını ortaya koyan en çarpıcı örnek geçtiğimiz dönemde Sivas’ta yaşanmıştır. Sivas eski emniyet müdürü “Sivas’ta üniversite olduğu sürece genel eve ihtiyaç yoktur” açıklamasıyla durumun ne kadar vahim olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Bu nedenle kadınlar iki kere mücadele etmek durumundadır. Örneğin ; eğitim hakkı mücadelesi paralılaştırma uygulamalarının yanı sıra kadınları, cinsiyetçi müfredat içeriğine ve meslek seçimindeki cinsiyetçi ayrımcılığa karşı da yürütülmesi gereken bir mücadeledir. Mesela ; mühendislik fakültelerine baktığımız zaman kadın öğrenci sayısının ne kadar az olduğunu görürüz. Bunu inşaat mühendisliği bölümünde okuyan bir kadın arkadaşla yaptığım konuşma toplumdaki cinsiyetçi bakış açısını çok güzel özetliyordu. İnşaat mühendisliği bölümünü seçerken çevreden bir ön yargıyla karşılaşıp karşılaşmadığını sorduğumda bana aynen şu cevabı verdi: ”Çevremde beni destekleyenlerin yanı sıra cinsiyetimi öne sürerek “öğretmen ol, hemşire ol, doktor ol..”, “kız başına inşaat mühendisi olup ne yapacaksın, inşaat mühendisliği erkek mesleği” diyenlerde oldu. İşte böyle cinsiyet ayrımı yapanlar kadın olarak böyle zor bir mesleğin altından kalkamayacağımı düşünüyorlardı. Genelde insanlar, inşaat mühendisi olacağımı söylediğimde benim geleceğim için ne planladığımı sormadan “aman sakın şantiyede çalışma bir bayan için çok yıpratıcı, sen en iyisi büro elamanı ol” diyorlar. Bunu söylerken aslında fiziksel gücü bahane ediyorlar; bir kadın olarak diğer elemanlara söz geçiremeyeceğimi ya da çalışanlar tarafından cinsel bir obje olarak görüleceğimi ima ettikleri çok açık…”

Kadının cinselliğinin ön planda tutulduğu uygulamalar farklı örnekleriyle karşımıza çıkmaktadır. Örneğin: 2009 yılında İstanbul Avcılar ve Beşiktaş’ ta bulunan kız öğrenci yurtlarında yaşananlar biz üniversiteli kadınların yaşadığı onur kırıcı olaylardan yalnızca ikisiydi. Avcılarda özel yurtta kalan üniversite öğrencisini “boynunda morluklar var” gerekçesiyle yurt görevlileri tarafından falçatayla tehdit edilerek bekaret testi yapıldı. Ailesi aranarak kızlarının bakire olmadığı iddia edildi ve kızlarını gelip almaları istendi. Genç kadın ailesi tarafından “namusu” kanıtlanmak üzere bekaret testinden geçirildi. Kendini savunmak zorunda bırakılan genç kadın boynundaki morlukların yurtta kız arkadaşlarıyla şakalaşırken olduğunu belirtti. Yine Beşiktaş’ta ki bir kız yurdunda valiliğe yapılan yurtta kalan öğrencilerin hamile olduğu yönündeki ihbar sonucu yurtta inceleme başlatıldı. Aynı yıl Ankara da ise daha farklı bir olay yaşandı. ODTÜ’de okuyan bir kadın öğrenci okulun rehberlik servisinde görevli psikolog tarafından zorla elleri ve boynu öpülerek taciz edilmişti. Genç kadının şikayeti üzerine psikoloğun görevden alınacağı sözü verilmişti. Fakat psikolog görevine devam etmişti. Genç kadın olayın arkasını bırakmamış, olayın duyulmasını sağlamış ve psikolog bunun üzerine ancak açığa alınmıştı.

İTÜ’de benzer bir olay yaşandı. Bir kadın öğrenci özel güvenlik tarafından sözlü tacize uğradı. Bu olayda farklı olan tacize uğrayan genç kadının sessiz kalmamasıydı. Kadın öğrenciler diğer öğrencilere olayı anlatan konuşmalar yaptılar; güvenlik bürosuna tacizi teşhir eden dövizler astılar. O sırada orda olan güvenlik görevlisi kaçmak zorunda kaldı. Rektörle de konuşan kadınlara, yaşanılan olaydan çok İTÜ’nün vizyonunun lekelenmesinden korktukları için neden basın açıklaması yaptıkları soruldu. Güvenlik görevlisi hala yerinde iken kadınlar sorgulandı. Rektör tacizi kabul etmek anlamına geldiği için, yönetmeliğe kesinlikle tacize dair herhangi bir madde koymayacağını söyledi. Yaşanan bu olayla birlikte üniversitelerin yönetmeliklerine şöyle bir göz attığımızda birçoğunda kadına yönelik tacize dair herhangi bir yaptırımın olmadığını görürüz.

Bu verilen örnekler tacizin ortaya çıkarıldığı ender olaylardan olmuştur. Oysa tacize uğrayan kadınların çoğu susmayı tercih etmiştir. Uludağ Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma kadın öğrencilerinin %86.9’nun tacize uğradığını belirtiyor. Bu oran üniversiteli kadınların sustuğunu gösteriyor.

Evet kadınlar susmamalı..tacizciyi, tecavüzcüyü her fırsatta teşhir etmelidir. Tıpkı 14 yaşındaki kız çocuğunu taciz eden Hüseyin Üzmez’in teşhir edildiği gibi.. Olayı hepiniz hatırlayacaksınız Hüseyin Üzmez Adli Tıbbın hazırladığı rapora dayanılarak serbest bırakılmıştı. Bunun üzerine bu yaşananları protesto eden biri üniversiteli iki genç kadın olayın kamuoyu gündeminde kalmasını sağladılar. Kadınlara dava açarak onları susturmaya çalışan Hüseyin Üzmez’in bu tavrı toplumda özellikle kadınlar arasında geniş tepkiler yarattı. Bu protesto yüzünden 15 yılla yargılanan kadınlar Üzmez davasının yeniden açılmasına ve Üzmez’in 13 yıl hüküm giymesine neden oldular. 15 yılla yargılanan kadınlar ise Bursa‘da görülen davanın ilk duruşmasında beraat ettiler

Kadınlar üzerindeki baskılar sadece bundan ibaret değildir. Kadın farklı nedenlerin arkasına sığınılarak eğitim hayatının dışında tutulmaya çalışılıyor. Prof. Dr. Binnaz Toprak ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun TESEV için yaptığı bir araştırmaya göre kadınların liseden sonra okumaya devam edememelerinin en önemli nedenleri şöyle belirtilmiştir;

· %29.8’i üniversite sınavını kazanamadı

· %14.6’sı sınavı kazandı ama evlenip okulu bıraktı

· %10.5’i daha fazla okumasına ailesi izin vermedi

· %9.8’i şu anda öğrenci

· %9.8’i okul hayatından hoşlanmıyordu

· %6.3’ü sınavı kazandı ama maddi durumu elvermedi

· %1.9’u sınavı kazandı ama uzak olduğu için gidemedi



Bu verileri yorumlarsak kadın öğrencilerin %32.7’si cinsiyetinden ötürü isteği dışında hareket etmek zorunda kalmıştır. Hatta bu orana üniversite giriş sınavını kazanamayanların oranını da eklersek oran %62.5’e çıkar. Çünkü hepimizin tanık olduğu üzere kadın öğrenciler pahalılık, kriz, toplumsal baskı vs. nedeniyle hazırlık için gerekli kitap, özel ders, dershane gibi ihtiyaçlarının hatta bazen yemek, çocuk bakımı gibi nedenlerle “zaman” ihtiyacının bile karşılanmadığını görürüz. Üniversiteyi kazanmış kadın içinde durum farklı değil. Aynı baskılar başkaları tarafından yürütülmeye devam eder.

Peki üniversiteli kadın ne ister:

ü Üniversiteli kadın eğitim hayatına devam etmek ister. Bunun için parası olmadığında okulu bırakmak yerine “burs” ister.

ü Üniversiteli kadın ekonomik krizler bahane edilerek erkek kardeşlerine “kurban” edilmek istemez

ü Üniversiteli kadın; eğitimi için gerekli tüm koşulların sağlanmasını ister. Ulaşım, barınma, beslenme, sağlık, enerji gibi tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını ister

ü Üniversiteli kadın; anne babaların, erkek kardeşlerin hatta bazen akademisyenlerin “okuyup ne yapacaksınız, okulu bırakın işi gücü olan biriyle evlenin” sözünün ne kadar cinsiyetçi ve boş olduğunu bilir

ü Üniversiteli kadın; barındığı yerlerde namus bekçiliğinin yapılmadığı, giriş-çıkış saatlerinden, ziyaretçi konusuna kadar eşit davranan yurtlar ister

ü Üniversiteli kadın; İstanbul-Zonguldak arası bir dinlenme tesisinde doğurduğu çocuğu çöpe atmamak için: birçok kadın sorunu konusunda yardım verebilecek, bilinçlendirecek, eğitecek “kadın bilinçlendirme” merkezleri ister

ü Üniversiteli kadın; mesai saatlerini üniversitede geçirmek yerine iş yerlerinde geçirmek istemez

ü Üniversiteli kadın; sözlü bilim sınavlarında ya da iş alım mülakatlarında dış görünüşüne göre değerlendirilmek istemez

ü Üniversiteli kadın; erkekler kadar kendilerinin de eğitim hakkının olduğunu bilir, okulu bitirince çalışıp çalışmamak tamamen kendi tercihidir

ü Son olarak Üniversiteli kadın;cinsiyetçi her türlü ayrıma karşıdır ve bunun için mücadele eder.

HER MÜCADELE EDEN KAZANACAK DİYE BİR ŞEY YOKTUR.. .AMA KAZANANLAR HER ZAMAN MÜCADELE EDENLER OLMUŞTUR…
Devamını Oku

20 Haziran 2010 Pazar

Erkekler Cehenneminde Huriler-Ezgi Uzmansel

Erkekler Cehenneminde Huriler
“Feminizm” ya da “Pozitif ayrımcılık” söylemlerini; içinde o veya bu biçimde ayrım olduğu için bir türlü düstur olarak benimseyemedim. Feminizm yani “kadıncılık” benim için tikel durumlar karşısında takınılabilecek bir tutum oldu hep. Ancak, öteki türlü, erkek egemenliğine karşı kadının üstünlüğünü ve ayrıcalığını betimleyen tarzda feminizm, beni tarif etmekten uzaktı. Sanıyorum bu ve buna benzer tanım değişiklikleri, feminizmin içeriğini değiştiriyor ve onu çeşitlendiriyor.

Bir tutum olarak feminizm,
Bir tepki olarak feminizm,
Maleizm’e karşı feminizm,
Şövanizme karşı feminizm,
Kadıncılık tutumunu niçin takındığınız, bu ayrımlarda anlam buluyor…
Kadınlar için ayrık olarak hazırlanan “hak ve özgürlük” dizgelerini talep ediyorsak; bizler baştan onların eşitlik dışı olduğunu, korunulası, gözetilesi ve imtiyaz gerektirecek kadar aciz varlıklar olduklarını baştan kabul etmiş oluyoruz.
Böyle bir düşünüşün ardından da kendimi açık ve seçik olarak eleştiriyorum: Şimdi, burada sırf kadın ve erkek eşittir teorisine (temennisine) bağlılığım sebebi ile bu ilkenin pratikteki uygulanmazlığını es geçmekte miyim? Ve sırf bu teoriye (temenniye) bağlılığım nedeni ile, “niye kadın haklarını ayrıca konuşuyoruz canım?” diye itiraz ettiğimde ben de bir çeşit “inkar” durumuna mı düşmekteyim. Evet, düşmekteyim…
O bakımdan, -hemen kendimi düzeltmemde fayda var- benim teoriye bağlılığım bir temenni, bir sonraki aşamaya olan inancımdır: Kadın haklarını ayrıca görüşmenin suç olduğu dünyanın özlemidir bu. Tıpkı zamanında, Afrika kökenlilerin/siyahların haklarını görüşmeye başlayan Amerikan hükümetinin, kendisini bir lütuf bahşeder zannetmesi gibi; kadın haklarını çalışan bürokratların kendilerini kurtarıcı olarak görmelerindeki sakatlığın ortadan kalkmasının arzusudur bendeki. Kadından, başka bir türden söz edermiş gibi, insandan ayrık bir noktada konumlarcasına ( ya melek ya da eşya) kayırıcı ve iyileştirici haklardan söz etmeye başlanması kanımı donduruyor. Bir kadın olarak değil, bir insan olarak.
Öte yandan…
Öte yandan, kadınların bir tür erkekler cehenneminde yaşadığı gerçeğine gösterebilecek aksi bir örnek bulamıyorum ne yazık ki, şimdi bu cehenneme bir tas su ile koşmak da mümkün, ya da bunu reddedip cehennemi inkar etmek de.
“Hayır canım ne cehennemi, kadınlar kendi özgür iradeleri ile yaşıyorlar ne yaşıyorlarsa!” demek ise tutumların en soyutu, en gerçekdışı olanı.
“Kendi iradeleri ile acı çekiyorlarmış”: Yok ya!
Bizlerin hatmettiği, töre cinayetleri, evlilik kisvesi altına saklanan “yasal” pedofili ve tecavüz, aile içi terör, fiziksel ve mali istismar, hakaret ve sözel ayrımcılık figürlerinin dünyadaki çeşitlerine inanmak bile istemiyorsunuz.
Hindistan’ın bazı eyaletlerinde 7 yaşındaki erkek çocukları “dini” bir tören için hadım edilerek, yaraları iyileştiğinde törenle şehre tanıtılıyor. Resmigeçit süresince kendisini tanrı zanneden çocuk, törenden sonra “hadımlı” olduğu için ailesi tarafından reddediliyor ve bilin bakalım ne oluyor: fuhuş sektörüne pazarlanıyorlar. Yatacak yer ve yiyecek yemek karşılığında… Ama burada kızlardan/kadınlardan söz etmiyoruz… [1] Evet, etmiyoruz. Burada erkek cehenneminden söz ediyoruz. Ve daha yeni başladık.Uzak Asya, tam anlamıyla bir felaket tarlası: Kız çocukları ailelerini geçindirmek için okula gider gibi evlerinden çıkarak fuhuş yuvalarına gönderiliyor. Bluğa erdikten sonra, hamile kalmamaları için canlının canlıya yapmayacağı türden, işkence tadında kısırlaştırma metodları uygulanıyor yahut hamile kaldıkları zaman, asit-demir çubuk yardımı ile düşük yapmaları sağlanıyor. Bu felaketin onların yaşadığı en hafif şey olduğunu düşünmenizi isteyeceğim… Cehennemin katmanları arasında Dante misali dolanmaya devam ediyoruz.
Ama Danteleşmekten korkmak gerek; zira o –cehennemlik olmadığı için esin ve kibir doluydu. Empatiden uzak, yargıçtan halliceydi.
Hayır, yangını yüreğinizde duyun! Sırtınızı döndüğünüzde hakikat var oluşundan bir an bile yitirmiyor. Hakikat, onu görmezden geldiğinizde azalmıyor, tükenmiyor.
Asya’nın diğer zebanilerine gelelim, özellikle Pakistan’da ve Bangladeş’te bir kadın birlikte olduğu erkeği reddettiğinde –onu aldatan, kullanan, şiddet gösteren kocasını mesela- bir “Hayır!”ın bedelini nasıl ödüyor dersiniz? Asitle yaralanıyorlar. Asitle yıkanıyorlar. Evet ya, asitle yanıyorlar… Cehennem bu, başka ne bekliyordunuz?
Yazabilecek o kadar çok örnek var ki, ama işin fenası bunlar cümle değil, bunlar gerçek. Örneklerimi çoğaltabiliyor olmam çok ağır bir gerçeği anlatıyor aslında; ortalık kundakçılarla dolu. Ortalık, kadınların yüreklerini, bedenlerini, düşlerini ve düşüncelerini ateşe vermek isteyen cehennem aşıkları ile dolu.
Amerika ve Avrupa ülkelerinde; sıfır bedeni yücelterek, dar kalçalara, ince bellere alkış tutarak; blumia (kusma) ve anoreksia (Yememe) hastalıklarının ucunu fitilleyenler de; kadınları azaltarak yok etme peşine düşenler de, paranın erilliğine/erkeksiliğine düşkün olanlar.
Afrika’da sünnet edilenler ya da tasma ile yaşamaya mecbur edilen kadınlar mı? İnanın, bu bile diğerlerinden daha az vahşi geliyor. Bir bilgi eksikliği, bir sağlık yanılsaması, mit ve gerçeğin birbiri içine geçtiğinde ödenen bir fatura; bile isteye yapılan işkence ile karşılaştırılınca… Iıh, karşılaştırılamaz.
Recm (taşlama) cezasına çarptırılan kadınlarla, idam edilmeden önce (cennete girmesini engellemek için) tecavüz edilen kadınlar karşılaştırılabilir mi? Bedenlerine yazılan kadınlık yazgısının, derin, ağrılı bir kesi gibi ruhu parçalaması birbiri ile kıyaslanabilir mi?
Cehennem de, ateş de, kundakçılar da, erkeklerdir demeye gelecek laf… Gelmesin! Vahşetin her türlüsünden sakınan, insanlığından gayri hiçbir hasletini sahiplenmeye çabalamayan bir erkek, sırf erkek olduğu için bütün günahı elbette sırtlanamaz… Ancak fiziksel kuvvetini cinsiyetinden (biyolojik yapısından) alan bir varlık; elinin değdiği her şeyi “eril” olarak tanımladığında, kötülük erkekleştiriliveriyor. O halde, cehennem de, ateş de erkekleştirilmiştir. Erk’in kılınmıştır.
Bu koşullar altında ne yazık ki, sırtımı dönemeyeceğim… Bu durumda ne yazık ki, elime bir tas su alıp koşmaktansa “hayır efendim, kadın hakları demeyi reddediyorum” diyemeyeceğim. Görüyorum! Yaşam ve ölüm arasında bir uzuv boyu acı çeken kadınları görüyorum. Bakın ateşi kim harlıyor?
Devamını Oku