Müzikler

27 Haziran 2010 Pazar

Kadın Sorunları Üzerine...("8 Mart'ın 100. yılında Üniversiteli kadınlar sorunlarını tartışıyor" adlı etkinlikten)

Kadın deyince aklınıza ne gelir ki? Alımlı güzel bir “hatun mu”, ev kadını mı, yemek yetiştirmeye çalışan, çocuğuyla ilgilenen bir kadın mı, köyde çalışan bir kadın mı, kadınlar adına anlatılan fıkralar, özlü sözler mi, bir forumda onlarca sayfayı bulan geyikler mi, dayak mı töre mi… birçok şey gelir aklımıza. Namus gelir, bela gelir, şiddet, taciz, tecavüz, cinsellik gelir, çocuk gelir, çamaşır, bulaşık, temizlik gelir, iyi bir eş-sevgili veya korunması gereken aciz bir insan gelir. Yasak elmayı yemesiyle insanların ceza olarak dünyaya gönderilmesine neden olan, erkeklerin bel kemiğinden yaratılan Havvalar gelir…

İşte ataerkil toplumda kadın deyince akla ilk gelenler…Evde, işte, okulda hayatın yeniden üretilmesinde aktif rol oynamalarına rağmen sırf cinsiyetlerinden ötürü yaratıcı yönleri bir tarafa bırakılıp yok sayılan, ezilen, sömürülen veya tacize-tecavüze uğrayan kadınlar…İşte buradan yola çıkarak kadın sorununu tanımlamak gerekirse: kadınların emeklerini, bedenlerini ve kimliklerini baskılayan erkek egemen sistem içinde, kadınların cinsiyetlerinden ötürü yaşadıkları her türlü sorunu kapsar. Bireysel olarak erkeklerin tek tek yarattıkları bir sorun değil, tarih içinde toplum yapısına göre şekillenen ve egemenlik ilişkilerinin yapı taşlarından biri olan erkek egemenliğinin yarattığı baskıdır. Dönemin gereklerine göre şekillenen erkek egemen toplum, zamanla kadına ve erkeğe bir takım eşitsiz roller biçer. Bu roller kadının ezilmesi üzerine kurulmuştur ve toplamda “toplumsal cinsiyet” kavramını oluşturur. Bu anlamda kadının ezilmişliği sorunu hem toplumsal cinsiyet, hem de iktidar ilişkileri merkezli bir sorundur.

Ataerkil toplum içinde kadın çocuk doğurmakla, kocasına bakmakla kısaca ev-içi işlerle uğraşmak zorunda bırakılmıştır. Çünkü bu yolla kadın, ertesi gün işe gidecek olan erkeğin tüm hizmetini ücretsiz olarak yerine getirmiş, erkeğin üretimde verimliliğini artırmış ve çocuk doğurarak hem erkeğin “neslinin” devam etmesini hem de istihdama yönelik iş gücünü sağlamış olacaktır. Bu yüzden kadın hayatın yeniden üretilmesinde doğrudan etkiye sahiptir. Bu misyonunu yerine getirirken de farkında olmadan kendini dışlayan bir sistemin yürütücüsü olur.

Hayatın diğer alanlarında olduğu gibi üniversitelerimizde de kadının ezilmişliği sorunu kendini yeniden üretmektedir. Bunun yanında kadınlar üniversite içinde ve eğitimlerini sürdürdükleri kentlerde bu sorunlardan beslenen her türlü gericilik, baskı ve ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Mesela Kütahya’da devlet yurdu kapasitesi yetersiz olması nedeniyle bir çok üniversiteli kadın kiralık evlerde ya da çeşitli grupların sahibi olduğu yurtlarda kalmak zorunda bırakılmıştır. Buradaki yurt müdürleri veya ev sahipleri giriş-çıkış saatlerinden, eve giden gelene kadar üniversiteli kadınların tüm yaşamını baskı altına almaya çalışmaktadır. Kiralık ev ararken “eve erkek sinek bile girmeyecek” gibi tavırlarla karşılaştığımız da olmuştur. Kadın bir anda mahallenin namusu haline gelmiştir. Kentin kadın öğrenciye bakış açısını ortaya koyan en çarpıcı örnek geçtiğimiz dönemde Sivas’ta yaşanmıştır. Sivas eski emniyet müdürü “Sivas’ta üniversite olduğu sürece genel eve ihtiyaç yoktur” açıklamasıyla durumun ne kadar vahim olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Bu nedenle kadınlar iki kere mücadele etmek durumundadır. Örneğin ; eğitim hakkı mücadelesi paralılaştırma uygulamalarının yanı sıra kadınları, cinsiyetçi müfredat içeriğine ve meslek seçimindeki cinsiyetçi ayrımcılığa karşı da yürütülmesi gereken bir mücadeledir. Mesela ; mühendislik fakültelerine baktığımız zaman kadın öğrenci sayısının ne kadar az olduğunu görürüz. Bunu inşaat mühendisliği bölümünde okuyan bir kadın arkadaşla yaptığım konuşma toplumdaki cinsiyetçi bakış açısını çok güzel özetliyordu. İnşaat mühendisliği bölümünü seçerken çevreden bir ön yargıyla karşılaşıp karşılaşmadığını sorduğumda bana aynen şu cevabı verdi: ”Çevremde beni destekleyenlerin yanı sıra cinsiyetimi öne sürerek “öğretmen ol, hemşire ol, doktor ol..”, “kız başına inşaat mühendisi olup ne yapacaksın, inşaat mühendisliği erkek mesleği” diyenlerde oldu. İşte böyle cinsiyet ayrımı yapanlar kadın olarak böyle zor bir mesleğin altından kalkamayacağımı düşünüyorlardı. Genelde insanlar, inşaat mühendisi olacağımı söylediğimde benim geleceğim için ne planladığımı sormadan “aman sakın şantiyede çalışma bir bayan için çok yıpratıcı, sen en iyisi büro elamanı ol” diyorlar. Bunu söylerken aslında fiziksel gücü bahane ediyorlar; bir kadın olarak diğer elemanlara söz geçiremeyeceğimi ya da çalışanlar tarafından cinsel bir obje olarak görüleceğimi ima ettikleri çok açık…”

Kadının cinselliğinin ön planda tutulduğu uygulamalar farklı örnekleriyle karşımıza çıkmaktadır. Örneğin: 2009 yılında İstanbul Avcılar ve Beşiktaş’ ta bulunan kız öğrenci yurtlarında yaşananlar biz üniversiteli kadınların yaşadığı onur kırıcı olaylardan yalnızca ikisiydi. Avcılarda özel yurtta kalan üniversite öğrencisini “boynunda morluklar var” gerekçesiyle yurt görevlileri tarafından falçatayla tehdit edilerek bekaret testi yapıldı. Ailesi aranarak kızlarının bakire olmadığı iddia edildi ve kızlarını gelip almaları istendi. Genç kadın ailesi tarafından “namusu” kanıtlanmak üzere bekaret testinden geçirildi. Kendini savunmak zorunda bırakılan genç kadın boynundaki morlukların yurtta kız arkadaşlarıyla şakalaşırken olduğunu belirtti. Yine Beşiktaş’ta ki bir kız yurdunda valiliğe yapılan yurtta kalan öğrencilerin hamile olduğu yönündeki ihbar sonucu yurtta inceleme başlatıldı. Aynı yıl Ankara da ise daha farklı bir olay yaşandı. ODTÜ’de okuyan bir kadın öğrenci okulun rehberlik servisinde görevli psikolog tarafından zorla elleri ve boynu öpülerek taciz edilmişti. Genç kadının şikayeti üzerine psikoloğun görevden alınacağı sözü verilmişti. Fakat psikolog görevine devam etmişti. Genç kadın olayın arkasını bırakmamış, olayın duyulmasını sağlamış ve psikolog bunun üzerine ancak açığa alınmıştı.

İTÜ’de benzer bir olay yaşandı. Bir kadın öğrenci özel güvenlik tarafından sözlü tacize uğradı. Bu olayda farklı olan tacize uğrayan genç kadının sessiz kalmamasıydı. Kadın öğrenciler diğer öğrencilere olayı anlatan konuşmalar yaptılar; güvenlik bürosuna tacizi teşhir eden dövizler astılar. O sırada orda olan güvenlik görevlisi kaçmak zorunda kaldı. Rektörle de konuşan kadınlara, yaşanılan olaydan çok İTÜ’nün vizyonunun lekelenmesinden korktukları için neden basın açıklaması yaptıkları soruldu. Güvenlik görevlisi hala yerinde iken kadınlar sorgulandı. Rektör tacizi kabul etmek anlamına geldiği için, yönetmeliğe kesinlikle tacize dair herhangi bir madde koymayacağını söyledi. Yaşanan bu olayla birlikte üniversitelerin yönetmeliklerine şöyle bir göz attığımızda birçoğunda kadına yönelik tacize dair herhangi bir yaptırımın olmadığını görürüz.

Bu verilen örnekler tacizin ortaya çıkarıldığı ender olaylardan olmuştur. Oysa tacize uğrayan kadınların çoğu susmayı tercih etmiştir. Uludağ Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma kadın öğrencilerinin %86.9’nun tacize uğradığını belirtiyor. Bu oran üniversiteli kadınların sustuğunu gösteriyor.

Evet kadınlar susmamalı..tacizciyi, tecavüzcüyü her fırsatta teşhir etmelidir. Tıpkı 14 yaşındaki kız çocuğunu taciz eden Hüseyin Üzmez’in teşhir edildiği gibi.. Olayı hepiniz hatırlayacaksınız Hüseyin Üzmez Adli Tıbbın hazırladığı rapora dayanılarak serbest bırakılmıştı. Bunun üzerine bu yaşananları protesto eden biri üniversiteli iki genç kadın olayın kamuoyu gündeminde kalmasını sağladılar. Kadınlara dava açarak onları susturmaya çalışan Hüseyin Üzmez’in bu tavrı toplumda özellikle kadınlar arasında geniş tepkiler yarattı. Bu protesto yüzünden 15 yılla yargılanan kadınlar Üzmez davasının yeniden açılmasına ve Üzmez’in 13 yıl hüküm giymesine neden oldular. 15 yılla yargılanan kadınlar ise Bursa‘da görülen davanın ilk duruşmasında beraat ettiler

Kadınlar üzerindeki baskılar sadece bundan ibaret değildir. Kadın farklı nedenlerin arkasına sığınılarak eğitim hayatının dışında tutulmaya çalışılıyor. Prof. Dr. Binnaz Toprak ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun TESEV için yaptığı bir araştırmaya göre kadınların liseden sonra okumaya devam edememelerinin en önemli nedenleri şöyle belirtilmiştir;

· %29.8’i üniversite sınavını kazanamadı

· %14.6’sı sınavı kazandı ama evlenip okulu bıraktı

· %10.5’i daha fazla okumasına ailesi izin vermedi

· %9.8’i şu anda öğrenci

· %9.8’i okul hayatından hoşlanmıyordu

· %6.3’ü sınavı kazandı ama maddi durumu elvermedi

· %1.9’u sınavı kazandı ama uzak olduğu için gidemedi



Bu verileri yorumlarsak kadın öğrencilerin %32.7’si cinsiyetinden ötürü isteği dışında hareket etmek zorunda kalmıştır. Hatta bu orana üniversite giriş sınavını kazanamayanların oranını da eklersek oran %62.5’e çıkar. Çünkü hepimizin tanık olduğu üzere kadın öğrenciler pahalılık, kriz, toplumsal baskı vs. nedeniyle hazırlık için gerekli kitap, özel ders, dershane gibi ihtiyaçlarının hatta bazen yemek, çocuk bakımı gibi nedenlerle “zaman” ihtiyacının bile karşılanmadığını görürüz. Üniversiteyi kazanmış kadın içinde durum farklı değil. Aynı baskılar başkaları tarafından yürütülmeye devam eder.

Peki üniversiteli kadın ne ister:

ü Üniversiteli kadın eğitim hayatına devam etmek ister. Bunun için parası olmadığında okulu bırakmak yerine “burs” ister.

ü Üniversiteli kadın ekonomik krizler bahane edilerek erkek kardeşlerine “kurban” edilmek istemez

ü Üniversiteli kadın; eğitimi için gerekli tüm koşulların sağlanmasını ister. Ulaşım, barınma, beslenme, sağlık, enerji gibi tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını ister

ü Üniversiteli kadın; anne babaların, erkek kardeşlerin hatta bazen akademisyenlerin “okuyup ne yapacaksınız, okulu bırakın işi gücü olan biriyle evlenin” sözünün ne kadar cinsiyetçi ve boş olduğunu bilir

ü Üniversiteli kadın; barındığı yerlerde namus bekçiliğinin yapılmadığı, giriş-çıkış saatlerinden, ziyaretçi konusuna kadar eşit davranan yurtlar ister

ü Üniversiteli kadın; İstanbul-Zonguldak arası bir dinlenme tesisinde doğurduğu çocuğu çöpe atmamak için: birçok kadın sorunu konusunda yardım verebilecek, bilinçlendirecek, eğitecek “kadın bilinçlendirme” merkezleri ister

ü Üniversiteli kadın; mesai saatlerini üniversitede geçirmek yerine iş yerlerinde geçirmek istemez

ü Üniversiteli kadın; sözlü bilim sınavlarında ya da iş alım mülakatlarında dış görünüşüne göre değerlendirilmek istemez

ü Üniversiteli kadın; erkekler kadar kendilerinin de eğitim hakkının olduğunu bilir, okulu bitirince çalışıp çalışmamak tamamen kendi tercihidir

ü Son olarak Üniversiteli kadın;cinsiyetçi her türlü ayrıma karşıdır ve bunun için mücadele eder.

HER MÜCADELE EDEN KAZANACAK DİYE BİR ŞEY YOKTUR.. .AMA KAZANANLAR HER ZAMAN MÜCADELE EDENLER OLMUŞTUR…
Devamını Oku

20 Haziran 2010 Pazar

Erkekler Cehenneminde Huriler-Ezgi Uzmansel

Erkekler Cehenneminde Huriler
“Feminizm” ya da “Pozitif ayrımcılık” söylemlerini; içinde o veya bu biçimde ayrım olduğu için bir türlü düstur olarak benimseyemedim. Feminizm yani “kadıncılık” benim için tikel durumlar karşısında takınılabilecek bir tutum oldu hep. Ancak, öteki türlü, erkek egemenliğine karşı kadının üstünlüğünü ve ayrıcalığını betimleyen tarzda feminizm, beni tarif etmekten uzaktı. Sanıyorum bu ve buna benzer tanım değişiklikleri, feminizmin içeriğini değiştiriyor ve onu çeşitlendiriyor.

Bir tutum olarak feminizm,
Bir tepki olarak feminizm,
Maleizm’e karşı feminizm,
Şövanizme karşı feminizm,
Kadıncılık tutumunu niçin takındığınız, bu ayrımlarda anlam buluyor…
Kadınlar için ayrık olarak hazırlanan “hak ve özgürlük” dizgelerini talep ediyorsak; bizler baştan onların eşitlik dışı olduğunu, korunulası, gözetilesi ve imtiyaz gerektirecek kadar aciz varlıklar olduklarını baştan kabul etmiş oluyoruz.
Böyle bir düşünüşün ardından da kendimi açık ve seçik olarak eleştiriyorum: Şimdi, burada sırf kadın ve erkek eşittir teorisine (temennisine) bağlılığım sebebi ile bu ilkenin pratikteki uygulanmazlığını es geçmekte miyim? Ve sırf bu teoriye (temenniye) bağlılığım nedeni ile, “niye kadın haklarını ayrıca konuşuyoruz canım?” diye itiraz ettiğimde ben de bir çeşit “inkar” durumuna mı düşmekteyim. Evet, düşmekteyim…
O bakımdan, -hemen kendimi düzeltmemde fayda var- benim teoriye bağlılığım bir temenni, bir sonraki aşamaya olan inancımdır: Kadın haklarını ayrıca görüşmenin suç olduğu dünyanın özlemidir bu. Tıpkı zamanında, Afrika kökenlilerin/siyahların haklarını görüşmeye başlayan Amerikan hükümetinin, kendisini bir lütuf bahşeder zannetmesi gibi; kadın haklarını çalışan bürokratların kendilerini kurtarıcı olarak görmelerindeki sakatlığın ortadan kalkmasının arzusudur bendeki. Kadından, başka bir türden söz edermiş gibi, insandan ayrık bir noktada konumlarcasına ( ya melek ya da eşya) kayırıcı ve iyileştirici haklardan söz etmeye başlanması kanımı donduruyor. Bir kadın olarak değil, bir insan olarak.
Öte yandan…
Öte yandan, kadınların bir tür erkekler cehenneminde yaşadığı gerçeğine gösterebilecek aksi bir örnek bulamıyorum ne yazık ki, şimdi bu cehenneme bir tas su ile koşmak da mümkün, ya da bunu reddedip cehennemi inkar etmek de.
“Hayır canım ne cehennemi, kadınlar kendi özgür iradeleri ile yaşıyorlar ne yaşıyorlarsa!” demek ise tutumların en soyutu, en gerçekdışı olanı.
“Kendi iradeleri ile acı çekiyorlarmış”: Yok ya!
Bizlerin hatmettiği, töre cinayetleri, evlilik kisvesi altına saklanan “yasal” pedofili ve tecavüz, aile içi terör, fiziksel ve mali istismar, hakaret ve sözel ayrımcılık figürlerinin dünyadaki çeşitlerine inanmak bile istemiyorsunuz.
Hindistan’ın bazı eyaletlerinde 7 yaşındaki erkek çocukları “dini” bir tören için hadım edilerek, yaraları iyileştiğinde törenle şehre tanıtılıyor. Resmigeçit süresince kendisini tanrı zanneden çocuk, törenden sonra “hadımlı” olduğu için ailesi tarafından reddediliyor ve bilin bakalım ne oluyor: fuhuş sektörüne pazarlanıyorlar. Yatacak yer ve yiyecek yemek karşılığında… Ama burada kızlardan/kadınlardan söz etmiyoruz… [1] Evet, etmiyoruz. Burada erkek cehenneminden söz ediyoruz. Ve daha yeni başladık.Uzak Asya, tam anlamıyla bir felaket tarlası: Kız çocukları ailelerini geçindirmek için okula gider gibi evlerinden çıkarak fuhuş yuvalarına gönderiliyor. Bluğa erdikten sonra, hamile kalmamaları için canlının canlıya yapmayacağı türden, işkence tadında kısırlaştırma metodları uygulanıyor yahut hamile kaldıkları zaman, asit-demir çubuk yardımı ile düşük yapmaları sağlanıyor. Bu felaketin onların yaşadığı en hafif şey olduğunu düşünmenizi isteyeceğim… Cehennemin katmanları arasında Dante misali dolanmaya devam ediyoruz.
Ama Danteleşmekten korkmak gerek; zira o –cehennemlik olmadığı için esin ve kibir doluydu. Empatiden uzak, yargıçtan halliceydi.
Hayır, yangını yüreğinizde duyun! Sırtınızı döndüğünüzde hakikat var oluşundan bir an bile yitirmiyor. Hakikat, onu görmezden geldiğinizde azalmıyor, tükenmiyor.
Asya’nın diğer zebanilerine gelelim, özellikle Pakistan’da ve Bangladeş’te bir kadın birlikte olduğu erkeği reddettiğinde –onu aldatan, kullanan, şiddet gösteren kocasını mesela- bir “Hayır!”ın bedelini nasıl ödüyor dersiniz? Asitle yaralanıyorlar. Asitle yıkanıyorlar. Evet ya, asitle yanıyorlar… Cehennem bu, başka ne bekliyordunuz?
Yazabilecek o kadar çok örnek var ki, ama işin fenası bunlar cümle değil, bunlar gerçek. Örneklerimi çoğaltabiliyor olmam çok ağır bir gerçeği anlatıyor aslında; ortalık kundakçılarla dolu. Ortalık, kadınların yüreklerini, bedenlerini, düşlerini ve düşüncelerini ateşe vermek isteyen cehennem aşıkları ile dolu.
Amerika ve Avrupa ülkelerinde; sıfır bedeni yücelterek, dar kalçalara, ince bellere alkış tutarak; blumia (kusma) ve anoreksia (Yememe) hastalıklarının ucunu fitilleyenler de; kadınları azaltarak yok etme peşine düşenler de, paranın erilliğine/erkeksiliğine düşkün olanlar.
Afrika’da sünnet edilenler ya da tasma ile yaşamaya mecbur edilen kadınlar mı? İnanın, bu bile diğerlerinden daha az vahşi geliyor. Bir bilgi eksikliği, bir sağlık yanılsaması, mit ve gerçeğin birbiri içine geçtiğinde ödenen bir fatura; bile isteye yapılan işkence ile karşılaştırılınca… Iıh, karşılaştırılamaz.
Recm (taşlama) cezasına çarptırılan kadınlarla, idam edilmeden önce (cennete girmesini engellemek için) tecavüz edilen kadınlar karşılaştırılabilir mi? Bedenlerine yazılan kadınlık yazgısının, derin, ağrılı bir kesi gibi ruhu parçalaması birbiri ile kıyaslanabilir mi?
Cehennem de, ateş de, kundakçılar da, erkeklerdir demeye gelecek laf… Gelmesin! Vahşetin her türlüsünden sakınan, insanlığından gayri hiçbir hasletini sahiplenmeye çabalamayan bir erkek, sırf erkek olduğu için bütün günahı elbette sırtlanamaz… Ancak fiziksel kuvvetini cinsiyetinden (biyolojik yapısından) alan bir varlık; elinin değdiği her şeyi “eril” olarak tanımladığında, kötülük erkekleştiriliveriyor. O halde, cehennem de, ateş de erkekleştirilmiştir. Erk’in kılınmıştır.
Bu koşullar altında ne yazık ki, sırtımı dönemeyeceğim… Bu durumda ne yazık ki, elime bir tas su alıp koşmaktansa “hayır efendim, kadın hakları demeyi reddediyorum” diyemeyeceğim. Görüyorum! Yaşam ve ölüm arasında bir uzuv boyu acı çeken kadınları görüyorum. Bakın ateşi kim harlıyor?
Devamını Oku