Müzikler

8 Temmuz 2010 Perşembe

Bekir Yıldız’ın “Evlilik Şirketi” Üzerine.../ Sema Özdemir


Şirket kelimesi kafalardaki “aile yuvası” için ağır gelebilir en başta. Siz de muhtemelen o şirketin bir ürünüsünüz çünkü. Varoluş kaynağınıza burun bükmek ukalaca görünebilir. Hele ki mutlu bir aile çocuğuysanız, zor kabullenmek tek seferde. Ama ne yazık ki evlilik denen gerçek çoğu zaman böyle. İki tarafı birbirine sözleşmelerle bağlayıp, o ilk geceye sürükleyen, hatta zaman zaman sırf o ilk gece ve sonraları için alınmış bir izin; toplumun sizi de evlendirip mutluluğa ermesi, bir avın daha ortadan kalkması adına girişilmiş bir zor yolculuk; payınıza düşen sevgiler gitgide uzaklaşırken, kar paylarınızla karnınızı doyurabileceğiniz bir girişim evlilik.

Bekir Yıldız tam da bu gerçeklikten hareketle kurguluyor öyküsünü. Evliliklerinin 9. yıl dönümü gecesinde birbirlerine karşı dürüst olacaklarına, saklı olan her şeyi birbirlerine anlatacaklarına söz veren bir çifti mercek altına alıyor. İyi yapıyor. İyi yapıyor çünkü o tek gece hepimizin hayatında uzak yada yakından var olan evlilik gerçeği üzerine cesurca bir şeyler söylüyor. İyi yapıyor çünkü evliliği aşk ve sevgi birlikteliğinden çok, iki insanın birbirine olan zorunlu ihtiyacından doğan temelsiz bir yapıyı var etmesi açısından ele alarak bakış açımızı genişletiyor. O güne kadar saklı kalanlar ortaya saçıldıkça yılların beraberliğinin bir şirketten öteye gidemediği görülüyor.

Neden bir zorunluluk evlilik? Hele ki kadın için… Bir erkek “bekarlık sultanlık” felsefesini ulu orta söyleyip geçiştirebilir etraftan gelen “kız bulalım” baskılarını. 40’ında da bekarsa “gününü gün ediyor” denilebilir. Ama bir kadın için böyle değil.. evde kalmıştır, artık çok geçtir, en kötü aday bile istese kız ona muhakkak verilecektir, ya istenmezse ailesi konu komşunun yüzüne nasıl baksındır, ve dırdır ve dırdır. Toplumun dırdırını çekmek evliliğin çilesini çekmekten daha zor diye mi daha en başından umut vaat etmeyen bir yolu seçiyor kadınlar? Bekir Yıldız’ın yarattığı karakter kitabın bir köşesinde diyor ki: “Erkeklerin yönettiği toplumlarda kadınlar hep sürgülü kapılar ardında mutluluğu arıyorlar.” Kimi zaman bir erkekle yakalandığı için anne babasından, kimi zamanda kocasından kaçıp kapılar ardına saklanan kadın her şeye rağmen bir umut arayışıyla mı evleniyor yoksa? Mutluluk için… ya tutarsa?

Ne yazık ki tutmuyor çoğu zaman hesaplar. Bir gece, “doğrular söylensin” dendiğinde, güya yıllardır birlikte fakat birbirini anlamanın katbekat ötesinde iki insan kalıyor elde. Umut bağladığın adam kazma mı çıktı sevgili kızım? Ömrünce seversin sandığın kadın başka kadınlara gitmene engel değil miymiş meğer be oğlum? Çocuk, dünyanın en büyük mutluluğu olmasının yanı sıra bu temelsiz birlikteliğin prangaları mıymış aynı zamanda? Gerçekler muhakkak bir gece dank eder kafana. Bekir Yıldız, o geceyi anlatmış. Kitap, doğrudan kadın merkezli kurulmuş bir kitap olmaktan uzak, hatta tüm yaşadıklarına rağmen kadından çok erkek figürü farkında içine düşülen durumun. Fakat okuyan herkes, hele ki evlilik yükünü kimi zaman bilinçli kimi zaman farkında olmaksızın sırtlanan kadınlar, bir şeyler bulacak; yalnız anne-babası yahut kendisi boşanmış, defalarca aldatılmış olduğunu bilenler değil, benim gibi mutlu aile çocuğu olduğunu düşündüğü halde, bir toplumun gerçeğine gözlerini kapayamayanlar da.

Kitaptan “ilk gece”ye dair bir alıntı:
“…Gelinlikliydi kadın. Daha önce açtığı her yanı kapamıştı beyaz, uzun gelinlik. Koşuyordu. Dönüyordu. Mühürü, beyazlıkların, allı pullu işlemelerin içinde. Adam, siyahlar giymişti. O da koşuyordu. Dönüyordu, birkaç saat kalmış bir mutluluğa kavuşmanın sevinciyle. Yirmi beş yıldan beri bekletilmiş olmanın hıncı yerine, sanki sabırlı olabilmenin sevincini taşıyordu yüzünde. Çevre insan doluydu. Salon ışıklı, konfetiliydi. Az sonra el ele verip özenle döşenmiş bir odaya bırakacaklardı bu iki insanı. Bekleyebildikleri için bir ödüllendirmeydi bu onları. Ama nasıl bekleyebilmiş olmalarını hiç kimse düşünmüyordu salonda. Yürüyorlar şimdi. El öpmek… Mutluluk dilekleri… Başgöz olacaklar az sonra. Adam, kucaklıyor gelini. Azgın suların içinden, boğulmak üzere kurtardığı bir kadın gibi kucaklamış gelini. Azgın sular… Dalgaların her inip kalkışında, yaşamak için çırpınan kadın… Bugüne dek, boğulmasını sahilden seyretmiş sanki bütün erkekler. Ceset sahile vurunca, üstüne atlayacak erkekler… Ölmüş bir kadın da olsa… Herkese açık evlere doğru sürükleyecekler onu. Ama, siyah elbiseli, sanki yas tutmak sırası o gün kendisindeymiş gibi atılacak dalgaların arasına ve kurtaracak kadını. İşte kurtarmış bile… Kapıyı kilitliyor ardından… Canlı canlı atıyor yatağın üzerine beyaz gelinlikli kadını. Oda gece lambasından daha aydınlık… Kırmızı bir aydınlık. Adam öpüyor kadının ellerini. Kadın da öpüyor. Kadın kurtarıldığı için… Adam kurtardığının farkında olmaksızın, başka şeyler düşünüyor. Ergenliğinden bu yana, kendisinin özbeöz malı olabilecek bir kadına, benimsin diyebileceğini düşünüyor. Benimsin diyor. Sonuna dek diye, seviyor kadın da. Sarılıyorlar. İlk kez kimsesiz bir odada, hiç kimseden korkmadan sarılmak… Unutuyor her ikisi de, bugüne dek başkalarıyla da sarıldıklarını. Unutulacak şey… Ayıplanmadan kucaklaşma bu. Sevinçleri daha çok artıyor. Sıra dudaklar. Adam daha usta. Dil istiyor. Kadın kaçırıyor. Beki de ustalığını gizlemek bedenin her dokusunda canlı hala. Kadın, şaşırıyor ansızın. Çünkü soyuyor odadaki adam onu. Sanki kocası değil bu. Ya işi ileriye götürürse? Düğmeler açılıyor. Kadın daha bir huysuz. Bir an karıştırıyor öteki erkeklerle. Korkuyor. Kaçmak istiyor. Sevgilim, diyor adam. Ben senin sahibinim. Onaylandı bu. Sen diyor, biricik erkeğim. Gelinlikten sıyrılıyor kadın. Ağlıyor. Sevincinden diyor adam. Oysa, gölgeler düşüyor adamın başı üzerine. Kadının daha önce tanıdığı adamların başı… Kadın ağlayamıyor bir süre. Dişlerini sıkıyor. Adam hiçbir şey düşünmeden ergenliğinden beri aradığını saldırıyor. Kadın bağırıyor. Adam mutlu. Kırmızı, beyaz kanı, o da seviyor…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.