Müzikler

20 Haziran 2010 Pazar

Erkekler Cehenneminde Huriler-Ezgi Uzmansel

Erkekler Cehenneminde Huriler
“Feminizm” ya da “Pozitif ayrımcılık” söylemlerini; içinde o veya bu biçimde ayrım olduğu için bir türlü düstur olarak benimseyemedim. Feminizm yani “kadıncılık” benim için tikel durumlar karşısında takınılabilecek bir tutum oldu hep. Ancak, öteki türlü, erkek egemenliğine karşı kadının üstünlüğünü ve ayrıcalığını betimleyen tarzda feminizm, beni tarif etmekten uzaktı. Sanıyorum bu ve buna benzer tanım değişiklikleri, feminizmin içeriğini değiştiriyor ve onu çeşitlendiriyor.

Bir tutum olarak feminizm,
Bir tepki olarak feminizm,
Maleizm’e karşı feminizm,
Şövanizme karşı feminizm,
Kadıncılık tutumunu niçin takındığınız, bu ayrımlarda anlam buluyor…
Kadınlar için ayrık olarak hazırlanan “hak ve özgürlük” dizgelerini talep ediyorsak; bizler baştan onların eşitlik dışı olduğunu, korunulası, gözetilesi ve imtiyaz gerektirecek kadar aciz varlıklar olduklarını baştan kabul etmiş oluyoruz.
Böyle bir düşünüşün ardından da kendimi açık ve seçik olarak eleştiriyorum: Şimdi, burada sırf kadın ve erkek eşittir teorisine (temennisine) bağlılığım sebebi ile bu ilkenin pratikteki uygulanmazlığını es geçmekte miyim? Ve sırf bu teoriye (temenniye) bağlılığım nedeni ile, “niye kadın haklarını ayrıca konuşuyoruz canım?” diye itiraz ettiğimde ben de bir çeşit “inkar” durumuna mı düşmekteyim. Evet, düşmekteyim…
O bakımdan, -hemen kendimi düzeltmemde fayda var- benim teoriye bağlılığım bir temenni, bir sonraki aşamaya olan inancımdır: Kadın haklarını ayrıca görüşmenin suç olduğu dünyanın özlemidir bu. Tıpkı zamanında, Afrika kökenlilerin/siyahların haklarını görüşmeye başlayan Amerikan hükümetinin, kendisini bir lütuf bahşeder zannetmesi gibi; kadın haklarını çalışan bürokratların kendilerini kurtarıcı olarak görmelerindeki sakatlığın ortadan kalkmasının arzusudur bendeki. Kadından, başka bir türden söz edermiş gibi, insandan ayrık bir noktada konumlarcasına ( ya melek ya da eşya) kayırıcı ve iyileştirici haklardan söz etmeye başlanması kanımı donduruyor. Bir kadın olarak değil, bir insan olarak.
Öte yandan…
Öte yandan, kadınların bir tür erkekler cehenneminde yaşadığı gerçeğine gösterebilecek aksi bir örnek bulamıyorum ne yazık ki, şimdi bu cehenneme bir tas su ile koşmak da mümkün, ya da bunu reddedip cehennemi inkar etmek de.
“Hayır canım ne cehennemi, kadınlar kendi özgür iradeleri ile yaşıyorlar ne yaşıyorlarsa!” demek ise tutumların en soyutu, en gerçekdışı olanı.
“Kendi iradeleri ile acı çekiyorlarmış”: Yok ya!
Bizlerin hatmettiği, töre cinayetleri, evlilik kisvesi altına saklanan “yasal” pedofili ve tecavüz, aile içi terör, fiziksel ve mali istismar, hakaret ve sözel ayrımcılık figürlerinin dünyadaki çeşitlerine inanmak bile istemiyorsunuz.
Hindistan’ın bazı eyaletlerinde 7 yaşındaki erkek çocukları “dini” bir tören için hadım edilerek, yaraları iyileştiğinde törenle şehre tanıtılıyor. Resmigeçit süresince kendisini tanrı zanneden çocuk, törenden sonra “hadımlı” olduğu için ailesi tarafından reddediliyor ve bilin bakalım ne oluyor: fuhuş sektörüne pazarlanıyorlar. Yatacak yer ve yiyecek yemek karşılığında… Ama burada kızlardan/kadınlardan söz etmiyoruz… [1] Evet, etmiyoruz. Burada erkek cehenneminden söz ediyoruz. Ve daha yeni başladık.Uzak Asya, tam anlamıyla bir felaket tarlası: Kız çocukları ailelerini geçindirmek için okula gider gibi evlerinden çıkarak fuhuş yuvalarına gönderiliyor. Bluğa erdikten sonra, hamile kalmamaları için canlının canlıya yapmayacağı türden, işkence tadında kısırlaştırma metodları uygulanıyor yahut hamile kaldıkları zaman, asit-demir çubuk yardımı ile düşük yapmaları sağlanıyor. Bu felaketin onların yaşadığı en hafif şey olduğunu düşünmenizi isteyeceğim… Cehennemin katmanları arasında Dante misali dolanmaya devam ediyoruz.
Ama Danteleşmekten korkmak gerek; zira o –cehennemlik olmadığı için esin ve kibir doluydu. Empatiden uzak, yargıçtan halliceydi.
Hayır, yangını yüreğinizde duyun! Sırtınızı döndüğünüzde hakikat var oluşundan bir an bile yitirmiyor. Hakikat, onu görmezden geldiğinizde azalmıyor, tükenmiyor.
Asya’nın diğer zebanilerine gelelim, özellikle Pakistan’da ve Bangladeş’te bir kadın birlikte olduğu erkeği reddettiğinde –onu aldatan, kullanan, şiddet gösteren kocasını mesela- bir “Hayır!”ın bedelini nasıl ödüyor dersiniz? Asitle yaralanıyorlar. Asitle yıkanıyorlar. Evet ya, asitle yanıyorlar… Cehennem bu, başka ne bekliyordunuz?
Yazabilecek o kadar çok örnek var ki, ama işin fenası bunlar cümle değil, bunlar gerçek. Örneklerimi çoğaltabiliyor olmam çok ağır bir gerçeği anlatıyor aslında; ortalık kundakçılarla dolu. Ortalık, kadınların yüreklerini, bedenlerini, düşlerini ve düşüncelerini ateşe vermek isteyen cehennem aşıkları ile dolu.
Amerika ve Avrupa ülkelerinde; sıfır bedeni yücelterek, dar kalçalara, ince bellere alkış tutarak; blumia (kusma) ve anoreksia (Yememe) hastalıklarının ucunu fitilleyenler de; kadınları azaltarak yok etme peşine düşenler de, paranın erilliğine/erkeksiliğine düşkün olanlar.
Afrika’da sünnet edilenler ya da tasma ile yaşamaya mecbur edilen kadınlar mı? İnanın, bu bile diğerlerinden daha az vahşi geliyor. Bir bilgi eksikliği, bir sağlık yanılsaması, mit ve gerçeğin birbiri içine geçtiğinde ödenen bir fatura; bile isteye yapılan işkence ile karşılaştırılınca… Iıh, karşılaştırılamaz.
Recm (taşlama) cezasına çarptırılan kadınlarla, idam edilmeden önce (cennete girmesini engellemek için) tecavüz edilen kadınlar karşılaştırılabilir mi? Bedenlerine yazılan kadınlık yazgısının, derin, ağrılı bir kesi gibi ruhu parçalaması birbiri ile kıyaslanabilir mi?
Cehennem de, ateş de, kundakçılar da, erkeklerdir demeye gelecek laf… Gelmesin! Vahşetin her türlüsünden sakınan, insanlığından gayri hiçbir hasletini sahiplenmeye çabalamayan bir erkek, sırf erkek olduğu için bütün günahı elbette sırtlanamaz… Ancak fiziksel kuvvetini cinsiyetinden (biyolojik yapısından) alan bir varlık; elinin değdiği her şeyi “eril” olarak tanımladığında, kötülük erkekleştiriliveriyor. O halde, cehennem de, ateş de erkekleştirilmiştir. Erk’in kılınmıştır.
Bu koşullar altında ne yazık ki, sırtımı dönemeyeceğim… Bu durumda ne yazık ki, elime bir tas su alıp koşmaktansa “hayır efendim, kadın hakları demeyi reddediyorum” diyemeyeceğim. Görüyorum! Yaşam ve ölüm arasında bir uzuv boyu acı çeken kadınları görüyorum. Bakın ateşi kim harlıyor?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.