Müzikler

25 Temmuz 2010 Pazar

ERDOĞAN ve KADINI (Sema Özdemir)

Tayyip Erdoğan, 18 Temmuz’da kadın temsilcileriyle yaptığı görüşmede buyurdu: “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadınlar ve erkekler farklıdır, birbirinin mütemmimidir.”
Kendisini nasıl tebrik edeceğimizi kestiremediğimiz Başbakan, her zamanki gibi ‘fark’ını ortaya koyarak kadın ve erkeğin birbirinin aynı olmadığını nihayet açıkladı ve kadın hakları savunucularının bugüne kadar hiç aklına getiremediği bir gerçekle hepimizi karşı karşıya bıraktı: Meğer kadın ve erkek farklıymış!

Bu gerçek, yalnız bizi değil AKP’lileri dahi yola gelmeye zorlayacağa benziyor. Zira demokrasi yolunda ‘sağlam adım’larla ilerleyen AKP, Anayasa’da eşitliğe yönelik tedbirler almak üzere bir değişikliğe başvurmuştu. Eşitliğe inanmayan bir Başbakan değişikliğin yeniden gözden geçirilmesini gerektirebilir.

Aynı toplantıda kadın sığınma evlerinin yetersizliğiyle ilgili bir soruya da “Bizim kadınımız sığınmaz” şeklinde tepki gösteren Erdoğan, hamaset üzerine kurulu iktidarına yine aynı yöntemle devam etmek niyetinde olduğunu gösterdi. Kadın temsilcileri Erdoğan’a “bizim kadınımız” kategorisine kimlerin dahil olduğunu, bu kadınların daha başka neleri yapıp yapamayacaklarını sordular mı acaba? Çünkü belli ki Erdoğan “bizim kadınımız” adını verdiği kadın tipini beyninde çok önceden kodlamış.

Erdoğan’ın Kadını

Erdoğan’ın kadını yiğittir, merttir; taşı sıksa suyunu çıkarır. Lakin taşı sıkmak gibi güç gösterilerini kendine yakıştıramayacağından taşı sıkmaz. Tıpkı can sıkmayacağı gibi. Erkeğinin canını sıkan, olur olmaz taleplerle baş ağrıtan kadın “bizim kadınımız” kategorisi içine sokulmaz.

Erdoğan’ın kadını hor görülmez, dövülmez; şiddete maruz kalmaz. (KSGM verilerine göre) Türkiye’de şiddet gören %39’luk orana sahip kadın kitlesi ise bu durumda “bizim kadınımız” değildir. Velev ki “bizim erkeğimiz”, “bizim kadınımız”a bizim çok da tasvip etmeyeceğimiz şeyleri yaptı, şiddet uyguladı. Böyle durumlarda bizim dirençli, itaatkar, baş ağrıtmayan kadınımız boyun eğmesini, susup köşesine çekilmeyi de bilecektir ve böylece sığınma evlerine ihtiyaç kalmayacaktır.

Bizim kadınımız ses çıkarmamayı bildiği gibi, evinde oturmasını da bilecektir. Böylece ülke genelinde kadınların %75’inin işgücüne katılmadığının tespit edilmesi, Başbakan için üzüntü değil olsa olsa gurur kaynağı olacaktır. Dizini kırıp oturması gereken kadın, bir şekilde iş hayatına atılırsa da; Erdoğan’ın gazetecisi, Erdoğan’ın profesörü, Erdoğan’ın bakanı olacak, ona kol kanat gerecek, yok sayılan haklarına karşıysa göz yumacaktır.

Erdoğan’ın Bakanı

Tayyip Erdoğan’ın toplantı boyunca söylediklerine tepki göstermeyen Aliye Kavaf’ın, Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapması Erdoğan’ın aradığı çalışan kadın imajının bir ölçüde başarıya ulaştığının göstergesi. Zaten Kavaf aynı dönemlerde CEDAW(Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) çerçevesinde düzenlenen toplantıda, kadın hakları konusunda nasıl da ilerleme kaydedildiğine Birleşmiş Milletler’i ikna etmeye uğraştığından, “ilerletilmesi gereken bir Başbakan”dan bahis açmayacağı aşikar. Hal böyleyken Kavaf’ın rolü, kadın erkek eşitliğine inanmayan başarılı Başbakanın arkasındaki Süs Bakan rolü değil de ne?

Peki Ya “Diğer Kadınlar”?

Başbakan kendi kadın ütopyasını yaratadursun, bu ülkede bir şekilde şiddete maruz kalan, tacize, tecavüze uğrayan, eğitim alması engellenen, genç yaşta zorla evlendirilen, işgücüne katılımı sağlanmayan kadınlar var. Ne yazık ki kadına Erdoğan’ın baktığı gözlerle bakan binlerce göz var.
Erdoğan’ın gözünden kaçsa da bu kadınlar, sivil toplum kuruluşlarının gözünden kaçmıyor. Kadının İnsan Hakları - Yeni Çözümler Vakfı ve Uçan Süpürge’nin ülke genelindeki kadınlara dair hazırladığı raporları Başbakan özellikle incelesin. Sonra bıraksın hamaseti ve dosdoğru söylesin:

Raporlarda yer alan kadınlar da Başbakan’ın gündemindeler mi?
Erdoğan ve peşindekilerin “bizim kadınımız”ı bir kenara bırakıp “bizim gerçeğimiz”le yüzleşmeye cesareti var mı?
Devamını Oku

8 Temmuz 2010 Perşembe

İzmir Öğrenci Kolektifi'nden Kadınlar İBB'ye Yürüyor

525 ÜCRETSİZ SEFERE KADINLAR TACİZSİZ GÜNLERE...

Üniversite içerisinde ücretsiz ulaşımı sağlayan 525 artık ücretli...525 e binmek için artık sadece öğrenci olmak yetmiyor,kentkart basman gerekiyor.Tabi paran varsa!

Geçen yıl okulların kapandığı yaz döneminde öğrencilerin olmamasını fırsat bilen İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ 525'i ücretli hale getirmişti.Ancak İBB öğrencilerin tepkilerine sadece 4 saat dayanabilmiş,bu uygulamayı geri çekmek zorunda kalmıştı.Bu sene de aynı tarihlerde yaptığı bu uygulamayla,yaklaşık iki haftadır öğrencileri mağdur etmektedir.Son 3 gündür ise seferleri durdurup öğrencilerine derslerine gitmesine engel olmaktadır.

Harçlara, ulaşıma gelen zamlar ve kesilen burslarla mağdur olan üniversitelinin 525'in ücretli olmasıyla birlikte, eğitim hakkı bir kez daha elinden alınıyor. Hele bir de söz konusu kadınlarsa mağduriyet ikiye katlanıyor. Bu uygulama gece yurduna dönmek isteyen üniversiteli kadınları, gecenin güvensiz ve karanlık sokaklarında yürümeye mecbur bırakıyor. Belediyenin bu uygulamasıyla taciz tecavüz vakalarıyla daha sık karşı karşıya geleceğimiz anlamına geliyor. Artık üniversiteli kadını,daha fazla gasp edileceği,daha fazla tacize uğrayacağı günler bekliyor.

Bundan sonra bu tür olayların artmasının sorumlusu, ücretli 525 uygulamasının mimarı İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ'DİR.

525'in mağduriyetini 2 kez yaşayan biz üniversiteli kadınlar olarak İBB'yi uyarmak ve taleplerimizi iletmek için 9 Temmuz Cuma günü(YARIN) Saat: 13:00 da İBB'ye yürüyoruz.

BÜTÜN DUYARLI KADIN ARKADAŞLARIMIZA ÇAĞRIMIZDIR

9 TEMMUZ CUMA GÜNÜ
SAAT 13.00 DA
KONAK YKM ÖNÜNDE
BULUŞUYORUZ...
İLETİŞİM:0506 932 5754

ÖĞRENCİ KOLEKTİFİNDEN KADINLAR
Devamını Oku

Bekir Yıldız’ın “Evlilik Şirketi” Üzerine.../ Sema Özdemir


Şirket kelimesi kafalardaki “aile yuvası” için ağır gelebilir en başta. Siz de muhtemelen o şirketin bir ürünüsünüz çünkü. Varoluş kaynağınıza burun bükmek ukalaca görünebilir. Hele ki mutlu bir aile çocuğuysanız, zor kabullenmek tek seferde. Ama ne yazık ki evlilik denen gerçek çoğu zaman böyle. İki tarafı birbirine sözleşmelerle bağlayıp, o ilk geceye sürükleyen, hatta zaman zaman sırf o ilk gece ve sonraları için alınmış bir izin; toplumun sizi de evlendirip mutluluğa ermesi, bir avın daha ortadan kalkması adına girişilmiş bir zor yolculuk; payınıza düşen sevgiler gitgide uzaklaşırken, kar paylarınızla karnınızı doyurabileceğiniz bir girişim evlilik.

Bekir Yıldız tam da bu gerçeklikten hareketle kurguluyor öyküsünü. Evliliklerinin 9. yıl dönümü gecesinde birbirlerine karşı dürüst olacaklarına, saklı olan her şeyi birbirlerine anlatacaklarına söz veren bir çifti mercek altına alıyor. İyi yapıyor. İyi yapıyor çünkü o tek gece hepimizin hayatında uzak yada yakından var olan evlilik gerçeği üzerine cesurca bir şeyler söylüyor. İyi yapıyor çünkü evliliği aşk ve sevgi birlikteliğinden çok, iki insanın birbirine olan zorunlu ihtiyacından doğan temelsiz bir yapıyı var etmesi açısından ele alarak bakış açımızı genişletiyor. O güne kadar saklı kalanlar ortaya saçıldıkça yılların beraberliğinin bir şirketten öteye gidemediği görülüyor.

Neden bir zorunluluk evlilik? Hele ki kadın için… Bir erkek “bekarlık sultanlık” felsefesini ulu orta söyleyip geçiştirebilir etraftan gelen “kız bulalım” baskılarını. 40’ında da bekarsa “gününü gün ediyor” denilebilir. Ama bir kadın için böyle değil.. evde kalmıştır, artık çok geçtir, en kötü aday bile istese kız ona muhakkak verilecektir, ya istenmezse ailesi konu komşunun yüzüne nasıl baksındır, ve dırdır ve dırdır. Toplumun dırdırını çekmek evliliğin çilesini çekmekten daha zor diye mi daha en başından umut vaat etmeyen bir yolu seçiyor kadınlar? Bekir Yıldız’ın yarattığı karakter kitabın bir köşesinde diyor ki: “Erkeklerin yönettiği toplumlarda kadınlar hep sürgülü kapılar ardında mutluluğu arıyorlar.” Kimi zaman bir erkekle yakalandığı için anne babasından, kimi zamanda kocasından kaçıp kapılar ardına saklanan kadın her şeye rağmen bir umut arayışıyla mı evleniyor yoksa? Mutluluk için… ya tutarsa?

Ne yazık ki tutmuyor çoğu zaman hesaplar. Bir gece, “doğrular söylensin” dendiğinde, güya yıllardır birlikte fakat birbirini anlamanın katbekat ötesinde iki insan kalıyor elde. Umut bağladığın adam kazma mı çıktı sevgili kızım? Ömrünce seversin sandığın kadın başka kadınlara gitmene engel değil miymiş meğer be oğlum? Çocuk, dünyanın en büyük mutluluğu olmasının yanı sıra bu temelsiz birlikteliğin prangaları mıymış aynı zamanda? Gerçekler muhakkak bir gece dank eder kafana. Bekir Yıldız, o geceyi anlatmış. Kitap, doğrudan kadın merkezli kurulmuş bir kitap olmaktan uzak, hatta tüm yaşadıklarına rağmen kadından çok erkek figürü farkında içine düşülen durumun. Fakat okuyan herkes, hele ki evlilik yükünü kimi zaman bilinçli kimi zaman farkında olmaksızın sırtlanan kadınlar, bir şeyler bulacak; yalnız anne-babası yahut kendisi boşanmış, defalarca aldatılmış olduğunu bilenler değil, benim gibi mutlu aile çocuğu olduğunu düşündüğü halde, bir toplumun gerçeğine gözlerini kapayamayanlar da.

Kitaptan “ilk gece”ye dair bir alıntı:
“…Gelinlikliydi kadın. Daha önce açtığı her yanı kapamıştı beyaz, uzun gelinlik. Koşuyordu. Dönüyordu. Mühürü, beyazlıkların, allı pullu işlemelerin içinde. Adam, siyahlar giymişti. O da koşuyordu. Dönüyordu, birkaç saat kalmış bir mutluluğa kavuşmanın sevinciyle. Yirmi beş yıldan beri bekletilmiş olmanın hıncı yerine, sanki sabırlı olabilmenin sevincini taşıyordu yüzünde. Çevre insan doluydu. Salon ışıklı, konfetiliydi. Az sonra el ele verip özenle döşenmiş bir odaya bırakacaklardı bu iki insanı. Bekleyebildikleri için bir ödüllendirmeydi bu onları. Ama nasıl bekleyebilmiş olmalarını hiç kimse düşünmüyordu salonda. Yürüyorlar şimdi. El öpmek… Mutluluk dilekleri… Başgöz olacaklar az sonra. Adam, kucaklıyor gelini. Azgın suların içinden, boğulmak üzere kurtardığı bir kadın gibi kucaklamış gelini. Azgın sular… Dalgaların her inip kalkışında, yaşamak için çırpınan kadın… Bugüne dek, boğulmasını sahilden seyretmiş sanki bütün erkekler. Ceset sahile vurunca, üstüne atlayacak erkekler… Ölmüş bir kadın da olsa… Herkese açık evlere doğru sürükleyecekler onu. Ama, siyah elbiseli, sanki yas tutmak sırası o gün kendisindeymiş gibi atılacak dalgaların arasına ve kurtaracak kadını. İşte kurtarmış bile… Kapıyı kilitliyor ardından… Canlı canlı atıyor yatağın üzerine beyaz gelinlikli kadını. Oda gece lambasından daha aydınlık… Kırmızı bir aydınlık. Adam öpüyor kadının ellerini. Kadın da öpüyor. Kadın kurtarıldığı için… Adam kurtardığının farkında olmaksızın, başka şeyler düşünüyor. Ergenliğinden bu yana, kendisinin özbeöz malı olabilecek bir kadına, benimsin diyebileceğini düşünüyor. Benimsin diyor. Sonuna dek diye, seviyor kadın da. Sarılıyorlar. İlk kez kimsesiz bir odada, hiç kimseden korkmadan sarılmak… Unutuyor her ikisi de, bugüne dek başkalarıyla da sarıldıklarını. Unutulacak şey… Ayıplanmadan kucaklaşma bu. Sevinçleri daha çok artıyor. Sıra dudaklar. Adam daha usta. Dil istiyor. Kadın kaçırıyor. Beki de ustalığını gizlemek bedenin her dokusunda canlı hala. Kadın, şaşırıyor ansızın. Çünkü soyuyor odadaki adam onu. Sanki kocası değil bu. Ya işi ileriye götürürse? Düğmeler açılıyor. Kadın daha bir huysuz. Bir an karıştırıyor öteki erkeklerle. Korkuyor. Kaçmak istiyor. Sevgilim, diyor adam. Ben senin sahibinim. Onaylandı bu. Sen diyor, biricik erkeğim. Gelinlikten sıyrılıyor kadın. Ağlıyor. Sevincinden diyor adam. Oysa, gölgeler düşüyor adamın başı üzerine. Kadının daha önce tanıdığı adamların başı… Kadın ağlayamıyor bir süre. Dişlerini sıkıyor. Adam hiçbir şey düşünmeden ergenliğinden beri aradığını saldırıyor. Kadın bağırıyor. Adam mutlu. Kırmızı, beyaz kanı, o da seviyor…”
Devamını Oku

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Ankara Kadın Platformu'ndan Halil Bakırcı'nın İstifasına Dair İmza Kampanyası

http://halilbakirciistifa.blogspot.com/

internet adresinden Halil Bakırcı'nın istifa etmesi, etmiyorsa derhal görevden alınması için imza atabilirsiniz

Halil Bakırcı İstifa Etmeli, Etmiyorsa Derhal Görevden Alınmalıdır
Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı: "…Maddi durumu güçlü vatandaşlarımız bu bölgede yaşayan bayanlarla ikinci ya da üçüncü evliliklerini yaparak hısımlık bağları oluşturmaları gerekir. Eşinden çocuğu olmayan vatandaşlarımız da dini nikahlı olarak bu bölgelerden kız alarak evlenebilirler.”, “"Bazı zenginlerin kendilerine metres tuttuklarını, gayri meşru ilişkilere girdiklerini duyuyoruz. Dini nikah ile ikinci, üçüncü evlilik yapmak metres tutup gayri meşru bir ilişki yaşamaktan çok daha doğru olur. Bu nedenle Güneydoğu bölgemizden kendilerine eş almalarında bir yanlış öremiyorum. Aksine hayır görüyorum”

Halil Bakırcı bu ve özür dilediği sözleriyle;

“Kız alıp verme” ifadesini ısrarla kullanmakta, yani kadınları alınıp verilen eşyalar olarak görmekte ve kadınların kendi evlilikleriyle ilgili iradelerini yok saymakta...

Erkek çok eşliliğini meşru görmekte, propagandasını yapmakta ve bu konudaki yasaları yok saymakta…

Kadınlara, aynı zamanda bu yaklaşımla Kürtlere karşı ayrımcılık yapan ve suç işleyen Halil Bakırcı istifa etmeli, etmiyorsa derhal görevden alınmalıdır.
Devamını Oku

6 Temmuz 2010 Salı

Şemsiyelerimiz,yumurtalarımız hazır: AKP'DEN HESAP SORACAĞIZ! - Öğrenci Kolektifi'nden Kadınlar

AKP'li Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı'nın Kürt sorununa yaptığı akıl dışı çözüm önerisi ile AKP'nin gerici, faşist, cinsiyetçi algısıyla geçtiğimiz günlerde bir kez daha yüz yüze geldik. AKP'li belediye başkanı Halil Bakırcı Kürt sorununun çözümü için kadınların kullanılmasını önerdi. İnsanların evlilikleri sırasında metres tutabildiğini söyleyen Bakırcı bunun yanlış olduğunu, bunun yerine Doğu’dan ikinci eş alımıyla Kürt sorunun 30 yıl içinde çözülebileceğini öne sürdü. “İkinci eşler doğudan alınırsa, hasımlık hısımlığa döner!”

AKP'li belediye başkanının yaptığı açıklamalar ve Kürt sorununa çözüm önerisi işte bu şekildeydi. Hepimiz süreci gazete ve televizyonlardan takip etmişizdir ama hatırlatmakta fayda var: yapılan bu akıl dışı açıklamanın ardından toplumun hemen hemen tüm kesimlerinden tepkiler yükseldi. Ülkenin her yanında kadınlar eylemleriyle AKP'li başkandan hesabının sorulmasını istedi. BDP grup başkan vekili Gülten Kışanak olayın ardından hemen AKP'yi, savcıları ve içişleri bakanını gereğinin yapılması için göreve çağırdı. Bütün bunların üzerine başkan basın metni ile özür diledi, AKP başkan hakkında inceleme başlattı, AKP kadın kolları başkanı ise Bakırcı'yı kınadı! Biz artık, atılan bütün bu adımların göstermelik olduğunu bilecek kadar iyi tanıyoruz AKP zihniyetini! AKP yine şov yapıyor (Eşcinselliği tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak gören kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı Aliye Kavaf’ın ise bu konuya yönelik açıklama yapmaması akıllara “AKP’nin kadından sorumlu bakanlığının AKP’nin erkek egemen zihniyetinin örtülmesi için bir perde mi?” sorusunu getiriyor.)
Rize belediye başkanının özrünün gerçek olmadığını asıl gerçek olanın AKP’nin içine işlemiş olan gerici, faşist, cinsiyetçi açıklamaları olduğunu biliyoruz. Rize belediye başkanının açıklamaları tıpkı Siirt olayında valinin “Taş atmaktansa fuhuş yapsınlar” demesi gibi çağ dışı, Serdar Turgut'un Rojin hakkında 'Seks kölem yapardım' demesi gibi ırkçı, Tayyip'in '3çocuk doğurun' demesi gibi cinsiyetçi ve kadın düşmanı. Evet, AKP'nin zihniyeti bu ve biz daha önce de defalarca yüz yüze geldik bu düşüncelerle. Üstelik bu olayın devamında bu zihniyette olanın sadece Rize belediye başkanı olmadığını tekrar tekrar gördük. Diyarbakır'ın AKP'li milletvekili İhsan Arslan'da olayın ardından “Neden Karadenizliler bizden kız alıyor da biz Karadeniz’den almıyoruz” diye tepki gösterdi! Diyarbakır Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu ise “Kürt sorunu bu şekilde çözülecekse, onlar bize iki versin, biz onlara bir kız verelim” açıklaması yaptı. Onlara göre kürdü, lazı farketmez tüm kadınlar alınır satılır mal ve birer cinsel meta… AKP zihniyetinin zehirlediği her yerden böyle gerici, cinsiyetçi açıklamalar geliyor. Biz kadınları alınıp satılabilen birer cinsel obje olarak görüp hesaplaşmalarını kız 'alış veriş'i üzerinden halletmeye çalışıyorlar. Bedenlerimizi ve kimliklerimizi hiç utanmadan aşağılamaya devam ediyorlar.

Yapılan bu gerici, ırkçı, cinsiyetçi açıklamalar AKP'nin Kürt sorununa yüzeysel yaklaşımını ve AKP'nin 'açılımı' nın gerçek yüzünü göstermiştir. Saldırı yalnızca Kürt kadınlarına değil bütün kadınlara yöneliktir. Kadına yönelik saldırıların böylesine arttığı ve halklar arası gerginliğin tırmandırılmaya çalışıldığı bu dönemde biz üniversiteli kadınlar 'barışa köprü olma' iddiamızı inatla yinelemeli; her dilden, her dinden ve her renkte kadınla ellerimizi birleştirerek daha güçlü bir şekilde bu karanlık zihniyeti söküp atana kadar ve kız kardeşliğin ülkesini kurana kadar mücadele etmeliyiz. AKP'den soracak hesabımız var! Yumurtalarımızı, şemsiyelerimizi hazırladık hesap soracağız.
Devamını Oku

Özgün Katkı (Makale)

Olur da bir gün ‘bayan’ kelimesinin şimdilerde kullanıldığı biçimine itiraz etmeye kalktınız.  Önünüze en sıklıkla sürülecek karşı fikir “ ‘bayan’ın nezaket sebebi ile tercih edilen bir kelime olduğu, sık kullanımında kötü bir niyet aramamak gerektiği” olacaktır.  O yüzden biz de akıl yürütmemize bu noktadan başlayalım.

Gerçekten de “erkek” ve “kadın” kelimeleri salt iki farklı cinsiyeti betimlemek maksadı ile kullanıldıklarında bir sıradanlık da içerirler. Bu sıradanlık halinin de bazı durumlarda uygunsuz  kalması muhtemeldir. O durumlarda bu kelimelerin yerine daha fazla saygı ve nezaket kastettiği kabul edilen başka ifadeler tercih edilebilinir. Örneğin sokakta hiç tanımadığınız bir kişiye “hey kadın” diye bağıramazsınız.  “Kadın” ve ’bayan’ kelimeleri arasında yapmak durumunda kalınılan  tercih örneğin “sen” ve “siz” zamirleri arasındaki  tür bir saygı katsayısı farkı ise, ‘bayan’ın o tür durumlardaki kullanımı aslen modern kentli yaşamin bir gereğinden başka bir şey değidir.

Ama zaten bizim derdimiz de “sayın baylar ve bayanlar” türü ifadeler ile değil. Daha doğrusu “bayan kelimesi nezaket sebepli kullanılır” diyenlerin gerçek kastı yukarıdaki tür bir durum  değil.

Bizim  ‘bayan’ kelimesinin yakın dönemdeki sık kullanımının sebeplerinin izini sürerken kullandığımız çok basit bir ölçeğimiz var: ‘bayan’ın kullanıldığı her durumda dönüp karşı cinsi betimlemek için hangi sözün kullanılmış olduğuna bakmak; bay mı erkek mi?

Girizgahta paylaştığımız  örnekler tam da bu testten geçemeyen durumlardı. Çoğunun ortak noktaları iki cinsiyetin bahsinin geçmesi gereken bilimum halleri “bir erkek-bir bayan” şeklinde ifade etmeyi seçmeleri idi.

Nezaket Aslında Niye?

Diğer bir deyişle bu ‘bayan’ kelimesin yakın dönemdeki kullanılma biçimi herşeyden önce dengesizlikten menkul bir mesele. Bu da o yukarıda bize sarfedildiğini söylediğimiz “bayanın kullanımı nezaket gereği ” açıklamasındaki iyi niyet varsayımını çok kuşkulu bir hale getiriyor. Şunu unutmayalım ki eğer son dönemde sadece ‘bayan’ bu kadar sık kullanılır hale gelmiş ise ve eğer sadece ‘bayan’ın kullanımı bir nazeket meselesi olarak ifade ediliyorsa, o zaman burada asıl kastedilen nezaketin bir cinsiyeti olduğu.  Eğer ‘bayan’ kelimesi gerçekten bir nezaket niyetinin ifadesi ise, demek ki bu kelime başka bir kelimenin çağrıştırdığı bir kabalık halini örtmek için tercih ediliyor.  Ya da diğer bir deyişle mesele ‘bayan’da değil asılonun yerine kullanıldığı diğer kelimede, yani ‘kadın’da düğümleniyor.

Bizim ifade etmeğe çalıştığımız da asıl sorunun tam bu olduğu:  “Kadın” kelimesinin, çeşitli sebeplerden, kullanımı ayıp, uygunsuz olarak kabul edilmesi ve mümkünse kullanılmamaya çalışılması.  ‘Bayan’ kelimesinin her kullanımı (anlaşılan) aslında şöyle bir açılıma maruz kalıyor:  bugünkü çağrışımları  ile kadın kelimesinde ters birşeyler var, biz o yüzden o taraflara hiç bulaşmamak, kadın gibi kirlenmemiş ama aynı anlama gelebilecek bir başka kelimeyi tercih edelim.  Yani ‘bayan’ın her kullanımı aslında “kadın”ın kullanılamazlığının da bir onayı.

Kendisini savunmaya  geçip “benim ‘bayan’ derken öyle bir niyetim yok” diyeceklere çok uzatmadan cevap verelim. Buradaki mesele “toplumsal bilinçaltı” dediğimiz hale bir örnek. Yani biz sizin her ‘bayan’ deyişinizde aklınızdan uzun uzadıya “aman kadın demeyeyim, o uygunsuz bir laf,  ‘bayan’ derken öyle kötü çağrışımlar yapmış olmuyorum” diye geçirdiğinizi iddia etmiyoruz.  Bizim asıl sorun olarak gördüğümüz şey “kadın” kelimesinin kolektif biliçaltında gözle görülmez bir biçimde “kirlenmiş” kabul edilmesi. Bu durumda kişinin hesabına düşen de kadın kelimesini kendi başına temizleyemeyeceğini belli belirsiz hissedip, kendini aynı anlama gelecek başka bir kelimeye doğru yönlendirmesi. Ve tekrar edelim bunlar çok çok hızlı, üzerine akıl yürütmeden yapılıverilen şeyler.

‘Bayan’ın son beş-altı yıldır seyrettiğimiz inanılmaz yükselişi tam de böyle bir süreç. Bizim çağrımız işte bu üzerine düşünmeden ama giderek daha çok yaptığımız ‘bayan’a meyil etme haline bir ışık tutmak, bunu yaparken neyi neye ve niye tercih ettiğimizin adını koymak.

Bayan mı, Kadın Diyememek mi?

O yüzden biz öncelikle bu ‘bayan’ hadisesinin adını doğru koymak istiyoruz. Burada bizim asıl gördüğümüz şey Türkiye’nin gittikçe daha yaygınlaşan bir biçimde  kadın diyemez hale geldiğidir.  Peki ama niye? Biz Türkiye’liler neden kadın diyemez olduk? Kadın kelimesini  Türkçe’de “kirleten” nedir? ‘Bayan’ kelimesinin yaygın kullanımı ile ilgili asıl tartışılması gereken kanımızca bu.

Yukarıdaki sorunun illa ki tek ve kesin bir cevabı yok.  Ama tabi kendimizce bildiklerimizden ve çevremizde duyduklarımızdan elimizde bazı ipuçları var. Genel bir ifade ile mesele “kadınlık” halinin salt bir cinsellik ile özdeşleştirilmesi, bu durumun da bazı insanlar için ‘kadın’ kelimesinin öyle olur olmaz her cümle içinde kullanılmaya  uygun olmayan çağrışımlar yapması gibi görünüyor.

Kadınlar,Kızlar,Erkekler,Oğlanlar

Bazılarına göre mesela ‘bayan’ kelimesi Türkçe’de yaptığımız “kız-kadın” ayrımını bertaraf etmenin bir yolu. Tekrar erkeklik halleri ile bir karşılaştırmaya girelim. Bir kere “oğlan-erkek” ayrımına baktığımızda benzer çağrışımlar orada çıkmıyor karşımıza. Dahası “kız-kadın” ikileminin asıl tehlikeli suları denklemin “kadın” tarafı iken, karşı yakada durum tam tersi. Orada daha olumlanan kelime işin “erkek”kısmı. Yaşı çok da büyük olmayan öğrencilerimize “size oğlan diyebilir miyiz?” diye sorduğumuzda gülüşmelerle karışık “estağfurullah” cevabını aldık mesela. Gene bir denksizlik durumu söz konusu burada; erkeklerin oğlanlıktan ilk fırsatta kurtulmaları gerekir iken, kızların ancak çok ve çok dikkat olarak kadınlığa geçmesi lazım.

Velhasıl anlaşılan o cenapta “oğlan” kelimesi diyelim ancak 5 yaşından küçük kişilerden bahsederken uygun olabiliyor. Onun dışında dil o taraftakilerin neredeyse istisnasız erkek doğup erkek ölmesine izin veriyor. Keşke bizim cephede de durumlar aynı olmuş olsaydı. Keşke kadınlar da kadın doğup kadın ölebilseydi. Ya da hadi diyelim illa bir eşik lazım, o zaman da kız ifadesi sadece örneğin “kadın cinsiyetinden ve yetişkin olmayan insan kişi”yi betimlemek için kullanılsa, aradakı eşik sadece bir yaş ve yetişkinlik farkını ifade etmek niyetinde kalabilse idi.
Ki yadsıyor görünmeyelim, “kız” kelimesinde tabi ki bir yaş göndermesi de var. Ama mesele söz konusu ayrımın sadece o noktada kalmaması. Ondan sonra yaşın ilerlemesinin cinsellikle ilgili bazı  olgunlaşmaları da içerdiği kavramlaşması bulaşıyor kelimeye. Yukarıda “kız-kadın” arasındaki  eşik diye bahsettiğimiz şey de işte bu. Bu eşiğin dilde bu kadar net olarak belirlenmesi onu hepimizin ister istemez geçmek zorunda kaldığımız anlamına geliyor.

Bu eşiğin tam olarak hangi noktaya kurulduğu sorusunun ise tek bir cevabı olması gerekmiyor. Adına isterseniz “evli mi değil mi”, ister  “cinseliğe bulaşmış mı değil mi”, ya da belki “bakire mi değil mi” eşiği deyin. Meselenin daha mühim kısmı dilin erkekleri değil ama kadınları bir çeşit cins(iy)ellik referansı ile kategorize etmek zorunda hissetmesi ve dahası kendinde bu hakkı görmesi. O eşiğin aşıldığı bilgisi dil üzerinden deklare edildiğinde aynı kişinin bir anda  başka bir gözle görülebileceği mesajı da iletilmiş oluyor. Ve işte bu yüzden biz de birbirimize kadın diyemez oluyoruz; tanımı gereği zaten kirlenmiş olan kadın kelimesi,  onu taşıyacak herkesi de kirletme tehtidinde bulunuyor. Biz de göz göre göre sevdiğimiz ya da saydığımız birilerine bunu yapamayacağımız için alternatif ‘bayan’a meylediyoruz.

Bayan ya da Ms.

‘Bayan’ kelimesinin Türkçe’deki “kadın-kız” ayrımından kurtulmak için iyi bir ara yol olduğunu savunan görüşün kullandığı bir örnek İngilizce’deki “Mrs-Miss-Ms”in sıfatlarının geçirdiği evrim. Kısaca açıklayacak olursak İngilizce’de daha önceleri evli olmayan kadinlar icin Miss, evli olanlar icin ise Mrs. sıfatları kullanılırdı. Bugun ikinci dalga feminizm olarak adlandırdığımız  1960 ve 70’li yıllarda ise kadınlar bu çeşit bir kategorizasyona itiraz ettiler. İlk kez 1961’de Sheila Michaels tarafindan icat edilen Ms. kelimesinin kullanımı bu sebeple zaman içinde feminist kadınlar arasında yaygınlaştı ve Miss/Mrs ayrımını ortadan kaldırmak amacıyla benimsendi.

Ms.’in tarihinden ‘bayan’a baktığımızda dikkat etmemiz gereken çok önemli bazı farklar var. Unutmayalım ki İngiliz dilindeki bu değişiklik dönemin feminist mücedelesinin sonucunda kadınların kendilerinin yaptığı talepler sonucunda gerçekleşti. O dönemde kadınların Ms’in kullanımını talep etmelerini kısaca şöyle bir açılımı vardı:

1)      Bir kadının medeni durumu sadece o kadını ilgilendirir.  Özellikle de karşı cinsin medeni durumunun hiçbir biçimde ifade edilmediği gözönüne alındığında,  sadece kadınların medeni durumlarının dilde ifade edilmesi beklentisi doğrudan kadınlara karşı yapılan bir harekettir.

2)      Kadının evli olduğunun dil üzerinden işaretlenmesi kadının asli kimliğini kocası üzerinden edindiği anlamına gelir. Oysa kimlikler başkalarından türevsel olarak edinilmez, kişinin kendisine aittirler. Hiçbir kadın salt kocasının eşi değil, her zaman pek çok şey ama en önemlisi daima kendisidir.

Tekrar hatırlatalım, yukarıdaki itirazlar bundan 30 küsur yıl once İngiliz dili kapsamında yapılan “Miss-Mrs” ayrımına getirilen feminist eleştiri ve sorgulamaların özeti. Burada vurgulanması en önemi nokta Miss-Mrs.’den Ms.’e geçişin toplumsal bir tabanın talebi ile olmuş olması. Türkiye örneğine geri dönecek olursak biz şahsen Türkiye’de kadınların “bize ‘kadın’ demeyin, ‘bayan’ deyin” diye ayaklandığını, böyle bir talepte bulunduğunu duymadık, görmedik.

Ki buna rağmen ifade edelim tartışmaya girdiğimiz bazı kişilerin iddasına göre onların ‘bayan’ kelimesini tercih etmelerine sebep olan şey bazı kadınların kendilerine ‘bayan’  denmesini tercih etmeleri imiş. Yukarıda ifade ettiğimiz “kadın-kız” ayrımı bazen kadınları öyle bir kıskaçta bırakıyormuş ki kişinin bu tür bir gerilimi (mesela diyelim yaşı geçkince ama evlen(e)memiş bir kadının durumunda) bertaraf etmek için  üçüncü bir ifade olarak ‘bayan’ kelimesini tercih ettiği oluyormuş.

Eğer gerçekten kendisine kadın denmesinden özellikle hoşlanmayan bazı kadınlar varsa –ki biz rastlamadık ama olabilir de- sırf bu olasılık bile bu duruma isyan etmek için yeterli bir sebeptir. Burada tekrar İngilizce ve Türkçe örnekleri arasındaki farkın altını çizelim. İngilizce’deki Ms. kelimesine geçiş, tabandan gelen bir toplumsal  hareketin kadınlık durumunu maruz kaldığı ayrımcılıktan kurtarmak için yaptığı bir hareketin eseri. ‘Bayan’ın yükselişi ise kadınların bir toplumsal hareket halinde ortaya koyduğu bir talebin değil, tam tersine erkek egemen bir zihniyetin dile sızmasının sonucu. Böyle bir durumda bazı kadınlar da bu dili, tıpkı yukarıda ifade ettiğimiz gibi yaptıklarının çok da bilincine varmadan içselleştirip, normalleştiriyor olabilir.  Ama bu durum ‘bayan’ın kullanımının yaygınlaşmasının kadınların isteği ile değil kadınlara rağmen gelişen bir süreç olduğu gerçeğini değiştirmez.

Sonuç Olarak

Özet mahiyetinde yineleyelim. Burada itiraz ettiğimiz bir Türkçe’nin yanlış kullanımı durumu değil. Burada bizim kastımız dilin aslen bir zihniyet dünyasının yansıması olarak görülmesi gerektiği. ‘Bayan’ kelimesinin kullanımı aslında bir seviyede buz dağının görünen yüzü. Bir ayna ‘bayan’  ve bize Türkiye’deki kadınlar ve kadınlık algısına ilişkin bir sürü şeyi gösteriyor. Bizi asıl dertlendiren da o aynadan bize yansıyanlar zaten.

Ama bu şu demek de değil; Türkiye’deki kadınlığa ilişkin algı zaman içinde düzelirse ‘bayan’ kelimesinin çarpık kullanımı da bu süreçte kendiliğinden düzelir, yani bekleyelim yeter. ‘Bayan’ hem bir semptom ama hem de kendi içinde bir sorun aynı zamanda. Çünkü kelimenin bu çarpık, düzeltilmeden kullanımı o altındaki daha büyük sorunu (kadınlık eşittir bir uygunsuzluk, bir ağıza alamama hali, bir çeşit cinsellik çağrışımı) da bir yandan besliyor, büyütüyor, yeniden üretiyor.  ‘Bayan’ kelimesinin gereksiz her kullanımı aslında yukarıda ifade ettiğimiz meseleyi de normalleştiren, üzerini örten bir araç haline geliyor.

İşte bu yüzden bu mesele önemsenmeli ve üzerine gidilmelidir.  Bu işin tek bir çaresi vardır , o da “kadın” kelimesine sahip çıkmak. Çabamız onun kendi içerdiği anlam dışındaki her türlü çağrışımdan arındırılmasıdır ki kadınlık adına verdiğimiz çeşitli mücadeleleri sürdürebilelim. Biz erkeklerin bizi erkek bakışının nesnesi, ikinci sınıf kişilikler haline getiren samimiyetsiz nezaket sözcüklerini değil,  sadece kadın olmayı istiyoruz.

Kaynak: http://www.bayandegilkadin.com/?page_id=90
Devamını Oku

525 Ücretsiz Sefere, Kadınlar Tacizsiz Günlere...


Harçlara, ulaşıma gelen zamlar ve kesilen burslarla mağdur olan üniversitelinin 525'in ücretli olması ile birlikte eğitim hakkı bir kere daha ellerinden alınıyor. Hele bir de söz konusu kadınlarsa mağduriyet ikiye katlanıyor. Bu ücretli 525 uygulaması gece geç saatlerde yurduna dönmek isteyen üniversiteli kadını, kampüs içi ışıklandırmanın yok denecek kadar az olması nedeniyle karanlığa bürünen gecenin sokaklarında yürümeye mecbur bırakıyor.

Taciz, tecavüz vakalarının arttığı son günlerde, İ.B.B'nin yapmış olduğu bu uygulama kadına yönelik bu vakaların daha da artacağı anlamına geliyor. Geçtiğimiz iki yıl içerisinde, Ege Üniversitesi Kampüsü'nün arka çıkışındaki kanalda, iki kadının tecavüz edilerek öldürüldüğünü hala hafızalarda.

Artık üniversiteli kadını, daha fazla gasp edileceği, daha fazla tacize tecavüze uğrayacağı, hatta ölümlerle sonuçlanacak günler bekliyor. Öğrenci Kolektifi'nden Kadınlar, bu durumu anlatmak ve ulaşım hakkına sahip çıkmak için bugün 525 durağındaydı. “Dinle bizi Aziz , bakiyemiz yetersiz. Kadınlar için geceler güvensiz”, “525 ücretsiz sefere, kadınlar tacizsiz günlere” yazılı dövizlerle renklendirdikleri durakta 525 uygulamasının kadınlara ne gibi sonuçlar doğuracağını anlatan bildiriler dağıtıldı. Kadınlar tarafından yoğun ilginin görüldüğü bu bilgilendirmede, üniversiteli kadınların ücretsiz kampüs içi ulaşım hakkını geri alınması için birlikte mücadele edilmesi gerektiği vurgulandı.

Öğrenci Kolektifi'nden Kadınlar tarafından, kadınların haklı taleplerini belirtmek için, bundan sonra bu tür olayların artmasının sorumlusu, ücretli 525 uygulamasının mimarı İzmir Büyük Şehir Belediyesi'ne, yürüme çağrısı yapıldı.
Devamını Oku